Friday, October 20, 2006

5271 SAYILI CEZA MUHAKEMESİ KANUNU’NUN 1-21. MADDELERİ HAKKINDA KARŞILAŞTIRMALI DEĞERLENDİRME

5271 SAYILI CEZA MUHAKEMESİ KANUNU’NUN 1-21. MADDELERİ

HAKKINDA KARŞILAŞTIRMALI DEĞERLENDİRME

1- GİRİŞ

01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunan 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile 1412 Sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu yürürlükten kaldırılmış ve ceza yargılaması ile ilgili kurallarda büyük değişiklikler yapılmıştır. Kanun sistem açısından içerdiği köklü değişikler nedeniyle çok tartışılmış; uygulamada çıkabilecek altyapı sorunlarının önüne geçmek üzere 01.04.2005 olarak belirlenen yürürlük tarihi 01.06.2005 tarihine ertelenmiştir. Bu süreç içerisinde kanunda kimi değişiklikler de yapılmıştır.

Yeni Ceza Muhakemesi Kanunu’nda 1412 Sayılı ceza Muhakemeleri Kanunu’nda yer alan hükümler aynen muhafaza edilmiş; kimi hükümler ve kurumlar değişikliklerle yeni kanuna alınmış ve bazı kurumlar yeni kanun ile hukukumuza ilk kez girmiştir.

Genel bir değerlendirmeyle 5271 Sayılı Kanun ; Ceza Muhakemesi Hukukunun temel amacı olan , "insan hakları ihlallerine yol açmadan maddi gerçeğe ulaşmak" için, Cumhuriyet savcısının gözetiminde delilden sanığa gidebilen bir sistem kurarak , “hukuk devleti ilkesinin” gereği ceza muhakemesi işlemlerinin irade serbestisini engelleyen veya savunmayı kısıtlayan yollara sapılmaksızın, önceden kanunla öngörülmüş bulunan esaslar çerçevesinde soruşturma ve yargılama yapılması ; “oranlılık ilkesi” gereği elde edilmesi umulan yarar ile müdahale edilen hak ve özgürlük arasındaki ölçünün gözetilmesi , “vasıtasızlık ilkesi” gereği tüm kovuşturma işlemlerinin yargılamayı yapan hakim huzurunda yerine getirilmesi gibi , birçok evrensel ve Anayasal norm içerip , ülkemizde “adil yargılama ilkesinin” gerçekleştirilmesini amaçlamaktadır.

Bu çalışmada 5712 Sayılı yeni Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ilk dört bölümünde yer alan 21 maddesi, eski kanundaki düzenlemeler de dikkate alınarak incelenecek; meydana getirdiği yenilik ve değişiklikler eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirilecektir. Bunu yaparken de Ceza Muhakemesi Kanunu’nun sistematiği esas alınacak; öncelikle tasarı metni ardından Adalet Komisyon Raporu ve madde gerekçelerinden de faydalanılacaktır.

2- CEZA MUHAKEMESİ KANUNU 1-21. MADDELERİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ

A- BİRİNCİ BÖLÜM: Kapsam ve Tanımlar

a- İlgili maddeler

1.MADDE : Bu kanun ceza muhakemesinin nasıl yapılacağı husu-

sundaki kurallar ile bu sürece katılan kişilerin hak, yetki ve yükümlülüklerini düzenler.

2. MADDE : - (1) Bu Kanunun uygulanmasında;

a) Şüpheli: Soruşturma evresinde, suç şüphesi altında bulunan kişiyi,

b) Sanık: Kovuşturmanın başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar, suç şüphesi altında bulunan kişiyi,

c) Müdafi: Şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı,

d) Vekil: Katılan, suçtan zarar gören veya malen sorumlu kişiyi ceza muhakemesinde temsil eden avukatı,

e) Soruşturma: Kanuna göre yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesinden iddianamenin kabulüne kadar geçen evreyi,

f) Kovuşturma: İddianamenin kabulüyle başlayıp, hükmün kesinleşmesine kadar geçen evreyi,

g) İfade alma: Şüphelinin kolluk görevlileri veya Cumhuriyet savcısı tarafından soruşturma konusu suçla ilgili olarak dinlenmesini,

h) Sorgu: Şüpheli veya sanığın hâkim veya mahkeme tarafından soruşturma veya kovuşturma konusu suçla ilgili olarak dinlenmesini,

i) Malen sorumlu: Yargılama konusu işin hükme bağlanması ve bunun kesinleşmesinden sonra, maddî ve malî sorumluluk taşıyarak hükmün sonuçlarından etkilenecek veya bunlara katlanacak kişiyi,

j) Suçüstü:

1. İşlenmekte olan suçu,

2. Henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden hemen sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suçu,

3. Fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya veya delille yakalanan kimsenin işlediği suçu,

k) Toplu suç: Aralarında iştirak iradesi bulunmasa da üç veya daha fazla kişi tarafından işlenen suçu,

l) Disiplin hapsi: Kısmî bir düzeni korumak amacıyla yaptırım altına alınmış olan fiil dolayısıyla verilen, seçenek yaptırımlara çevrilemeyen, ön ödeme uygulanamayan, tekerrüre esas olmayan, şartla salıverilme hükümleri uygulanamayan, ertelenemeyen ve adlî sicil kayıtlarına geçirilmeyen hapsi, İfade eder.

b- DEĞERLENDİRME

Kanunun kapsamını ve tanımları içeren maddelere 1412 Sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda yer verilmemiştir. Kanun yapma tekniği açısından sıklıkla tekrar edilen bu yöntem Ceza Muhakemesi Kanunu’nda kullanılmış; ilk madde genel olarak kanunun kapsamının belirtilmesine; 2. madde ise kanunda sıklıkla kullanılacak kavramların tanımına ayrılmıştır.

Tasarıda yer alan 1. madde metni yeni kanunda yer alan yukarıdaki metinden çok daha geniş bir düzenleme içermektedir. Burada tasarıdaki madde metninin yalnızca ilk fıkrasının ilk paragrafı yer almaktadır. Tasarıdaki düzenleme şekli, daha sonra kanun koyucunun gerekçede de belirttiği üzere kapsam bakımından yetersiz ve karmaşık bulunarak kanunun kapsamının ilk fıkrada yer alan şekilde genel olarak düzenlenmesi ile yetinilmiştir. Ceza yargılamasına hakim olup tasarının 1. maddesinin diğer üç fıkrasında bahsi geçen ilkelerin içeriklerine kısaca değinilerek yapılan bu düzenleme biçiminin kanuna aynen yansıtılmaması kanaatimce de yerinde olmuştur. Gerçekten de tasarının ilk maddesinde kanuna alınan ilk fıkranın ardından gelen kısımlarında caza yargılamasına hakim olan evrensel ilkelere yer verilmiş; ancak bu konuda yapılan düzenleme tasarıdaki şekliyle çok yetersiz kalmıştır. Aslen tasarıda ceza yargılamasına hakim ilkelerin düzenlendiği bu kısımlar Türk Hukuku açısından büyük gelişme anlamına gelmekle birlikte bu ilkelere başvurulması ancak yoruma ihtiyaç duyulduğu hallerde söz konusu olacaktır ve bunlar tasarıda düzenlenen şekilleriyle bu işlevi yerine getirmekten uzaktırlar. Bunların kanun metninde yer almaması uygulamada bunlara uyulmayacağı anlamına da gelmemektedir. Metinde belirtilen ilkeler, aslında demokratik devletlerde ceza yargılamasına hakim olması zorunlu ilkelerden ancak çok önemli görülen bazılarıdır ve içeriklerine kısaca değinilmesi ile sınırlı kalmıştır. Üstelik ifade biçiminden sanki uyulması gerekli ilkeler yalnızca maddede sayılanlarmış gibi bir anlam çıkmaktadır; ki bu da sürekli değişim ve gelişim halindeki hukuk düzenleri ile sayıları giderek arttıkları da hesaba katıldığında son derece sakıncalıdır. Bu ilkelere anayasada yer verilmiş ve bunlara uygun hareket anayasal bir zorunluluk haline getirilmiş; böylelikle yasama, yürütme ve yargı organları ile idare karşısında anayasal güvencelerle korunmuştur. Ayrıca taraf olunan uluslararası sözleşmelerde de geniş düzenlemeler mevcuttur ve uygulayıcılar açısından bunlar da yasalar gibi bağlayıcıdır. Bu ilkelerin içeriklerinin tasarıdaki gibi bir iki cümle ile ifadesi de zaten mümkün değildir.

Burada özellikle dikkat çeken bir husus da devlet ile fail arasında suçun işlenmesiyle zorunlu olarak başlayan yargılama sürecinde sadece suçu işleyen fail değil, suçtan zarar gören, malen sorumlu olan gibi diğer kişilerin de birer suje olarak bir takım hak, yetki ve yükümlülükleri bulunduğu, bunların bu yasa ile düzenlenerek korunduğu ve bunun vurgulanmasına özel bir önem verildiğidir. Bu da insan hak ve özgürlüklerini vurgulayan adil yargılanma hakkına uygun biçimde maddi gerçeğe ulaşmak amacını güden ceza muhakemesi hukukunun bu amacının kanuna yansıtılmasının gerekli görülmesinden kaynaklanmaktadır ve düzenleme yerinde olmuştur.

Yine 1412 Sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda yer almayan bir düzenleme de tanımların yer aldığı 2. maddedir. Bu maddede ceza muhakemesi hukukunda ve ilgili kanunun değişik yerlerinde sıklıkla kullanılan bazı terimlerin hangi anlamda kullanıldığının baştan belirlenmesi amaçlanmıştır. 1412 Sayılı Yasa’da ise bu belirlilik tam anlamıyla sağlanmış değildi. Ceza muhakemesi hukukunda ve yasada sıkça kullanılan terimlerin bazıları sırası geldiğinde ilgili kanun maddesinde tanımlanmış; bazıları ise tam olarak tanımlanmamıştır. Kanun bazı çok önemli tanımları bulundurmamaktadır; bu da bu terimler ile ilgili tartışmalara neden olmuştur. Öğretide de kimi tanımlar üzerinde bir uzlaşma sağlanmış değildir. Bu eksikliklerin giderilebilmesi ve terimlerin anlamı üzerinde birlik sağlanması amacıyla tasarıda ve 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda bu tanımların ayrı bir maddede genel hükümler arasında yer alması sağlanmıştır. Aslında ilgili maddelerde ayrıca da düzenlenebilecek olan bu kavramların ayrı bir maddede baştan tanımlanması bu kavramlara verilen önemden kaynaklanmaktadır. 1412 Sayılı Kanun bu anlamda ciddi eksiklikler içermektedir (örneğin ifade alma, sorgu kavramları hem birçok maddede geçmekte hem de ayrı maddeler ile özel olarak düzenlenmekle birlikte tatmin edici bir tanımlarına yer verilmemiştir; yapılış usullerinden bahsetmekle yetinilmiştir.) ve yeni kanun ile kimi tanımların doğruluğu tartışılabilir de olsa bu eksikliğin giderilmesine çalışılmıştır.

Madde metninde tanımına yer verilen ilk kavram “şüpheli” kavramıdır. Bu tanıma göre şüpheli, soruşturma evresinde suç şüphesi altında bulunan kişidir. 1412 Sayılı Kanun’un kaynağını oluşturan Alman Ceza Kanunu şüpheli tanımında kişi üzerindeki şüphenin kuvvet derecesini esas alan bir sistemi kullanmıştır. Buna göre basit şüphenin somut fiili olgularla desteklenmesi ile birlikte kişi için şüpheli terimi kullanılabilecektir. Bizim ceza muhakemesi hukukumuzda da 1412 Sayılı Kanunda da tam bir açıklık bulunmadığından “şüpheli” kavramı çok tartışılan bir kavram olmuştur. 1412 Sayılı Kanun soruşturma evresindeki işlemler sırasında dahi kişi için bir çok maddede şüpheli yerine sanık ifadesini kullanmıştır. Buna göre örneğin soruşturma aşamasının bir parçası olan sorguda dahi kişi sanık olarak kabul edilmektedir ki bu kişi açısından ciddi sonuçları olan hatalı bir kabuldür.

Kaynak Alman Kanunu’nun kullandığı basit şüphe- kuvvetli şüphe ayrımı her zaman geçerli olacak bir şüpheli tanımının yapılmasına yetmemektedir. Şüphenin ne zaman basit şüphe, ne zaman kuvvetli şüphe olduğu her olayda somut olarak ortaya konamayabilir. Subjektif bir değerlendirme ise insan hakları açısından ciddi problemler yaratabilecek bir durumdur.

Kanun koyucu özellikle böyle bir problemin yaşanmasının önüne geçmek üzere şüpheli kavramını kanunda tanımlama gereği duymuştur. Nitekim tasarıda tanım yapılırken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin sözleşmenin 6. maddesi ile ilgili içtihatlarını da göz önünde tutulmuş ve şüpheli, hakkında soruşturma yapılan kişi olarak tanımlanmıştır. Tasarıdaki bu tanım yeni kanunda da neredeyse aynen kullanılmıştır. Ancak “hakkında soruşturma yapılan kişi” yerine “soruşturma evresinde suç şüphesi altında bulunan kişi” ifadesi kullanılmış ve soruşturmanın çeşitli aşamalarında da şüphelilik durumunun sürdüğü belirtilmiştir. Ancak bu tanım da kavramı tam olarak açıklamaya yetmemektedir. Bu tanıma göre şüphelilik durumu soruşturma evresinin sona ermesiyle sona erecektir; ancak ne zamandan başladığı açık değildir. Şüpheli kavramının açıklanmasında ihtiyaç duyulan soruşturma tanımı da ileride değinileceği üzere, kanunda yer aldığı şekliyle şüphelilik durumunun başlangıcının tespitine yetmemektedir. Aslen bu da sistematik açısından mevcut bir sorunu ortaya koymaktadır. Nitekim şüpheli tanımında geçmekte olan soruşturma kavramının tanımının şüpheli tanımından önce yapılması daha uygun olacaktır. Kanaatimce “şüpheli” tanımında bu durumun başladığı anın da belirtilmesi uygun olacaktır. Şüphelilik kavramının başlangıcı için de kişi açısından suç ile ilgili ilk müdahalenin yapılması anının kabulü uygun olacaktır. Çünkü bu an öncesinde suç ile ilgili olarak yapılan işlemler kişiye yönelmiş değildir; ne zaman ki kişi açısından suç ile ilgili bir müdahale meydana gelir, o zamandan itibaren yapılacak işlemler kişinin hakları, yetkileri, yani durumu bakımından değişiklik meydana getirir. Böyle olunca kanunda suç şüphesinin öğrenilmesi ile başladığı kabul edilen soruşturma aşamasının tamamında değil şüphenin kendisine yönelmesinden itibaren kişi için şüpheli sıfatının kullanılması uygun olacaktır.

Kanunun 2. maddesinde tanımlanan ikinci kavram “sanık” kavramıdır. 5271 Sayılı Kanundaki tanımıyla sanık, kovuşturmanın başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar, suç şüphesi altında bulunan kişidir. Bu tanım da 1412 Sayılı Kanunda açıkça yer almayan bir tanımdır. 1412 Sayılı Kanunda soruşturma aşamasında kişinin yakalanması işlemi ile dahi sanık sıfatının başladığı görülür ki bu da tanımların tam olarak yapılmamasının sakıncalarından biridir. Kişi açısından sanık olmanın yaratacağı ciddi sonuçlar dikkate alınırsa şüpheli-sanık ayrımın kanunda tanımlarla da açıklığa kavuşturulması önemlidir.

Sanık tanımlanırken kovuşturma kavramından yararlanması açısından yukarıda şüpheli tanımında soruşturma kavramının kullanılması ile aynı şekilde öncelikle sistematik açısından hatalı hareket edilmiştir. Sanık tanımından önce kovuşturma tanımına yer verilmesinin daha doğru olduğu kanısındayım. Bu aşamaya kadar şüpheli olarak anılan kişi iddianamenin kabulü ve dolayısıyla kovuşturma aşamasının başlamasıyla birlikte artık sanık olarak anılacaktır ve kovuşturma aşamasının sonuna kadar da sanık olarak anılmaya devam edecektir. Şüpheli- sanık ayrımı nedeniyle şüpheli olarak anılan kişi için bir takım haklardan yararlanma imkanının kalmadığı düşünülmelidir. Kanun ile tanınan haklar suç şüphesi altında bulunan kişilere tanınmış olup soruşturma ve kovuşturma aşamalarının tamamında suç şüphesi altında bulunan kişi kendisine tanınan haklardan faydalanacaktır.

5271 Sayılı Kanunun 2. maddesinde müdafi ve vekil kavramları da ayrı ayrı tanımlanmıştır. Kanundaki tanıma göre müdafi, şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukattır. Görülmektedir ki müdafii tanımı yalnızca şüpheli ve sanık avukatlarını ifade etmek için kullanılmaktadır. Ceza yargılamasına katılan diğer kişilere hukuki yardımda bulunan, bunları temsil eden avukatlar için ise müdafi yerine vekil sıfatı kullanılacaktır. 1412 Sayılı Kanunda da aynı ayrım söz konusudur. Ancak 1412 Sayılı Kanunda sanığın savunmasından bahsedilmektedir. Kanun ile daha somut hale getirilen sanık-şüpheli ayrımının bir yansıması olarak yeni kanunda sanık ile birlikte soruşturma aşamasında şüpheliye hukuki yardımda bulunan avukatlar da ayrıca müdafi kavramı içerisinde kabul edilmiştir. Vekil kavramı da suçtan zarar gören kişi (kamu davasına katılması halinde katılan sıfatı aldığı hal de dahil) veya ceza muhakemesi hukukumuza yeni giren malen sorumlu kişilere hukuki yardımda bulunan avukatları ifade etmektedir. 1412 Sayılı Eski kanunda da katılanın avukatından vekil olarak bahsedilmektedir. Bu konudaki tek değişiklik malen sorumlu şahsın yargılamaya dahil olması ve avukatına da vekil denilmesi noktasında söz konusudur. Tasarıda bu ayrımın ortadan kaldırılması amacıyla hem şüpheli ve sanık, hem de yargılamaya katılan diğer kişilerin avukatları için “avukat” ifadesi kullanılmıştır; ki bu tanımın kabul edilmeyip müdafi-vekil ayrımının devamı kanımca isabetli olmuştur. Böylelikle büyük önemi nedeniyle savunma ile görevli avukat hukuk davalarındaki gibi vekil anılmayacaktır.

Ceza muhakemesi hukukunda büyük önem taşıyan iki kavram; soruşturma ve kovuşturma da 5271 Sayılı Kanun ile tanımlanmıştır. Kanunda yer alan tanımlara göre ceza yargılamasının iki aşamasından ilki olan soruşturma kanuna göre yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesinden iddianamenin kabulüne kadar geçen süre; kovuşturma ise iddianamenin kabulü ile başlayıp, hükmün kesinleşmesine kadar geçen evredir. Tanımlardan da anlaşıldığı üzere bu iki kavram ceza yargılamasında birbirini izleyen iki evreyi ifade etmektedir. Bu tanımların açıklığa kavuşturulması bir çok açıdan önem arz etmekle birlikte en önemli husus şüpheli-sanık ayrımında bu kavramların belirleyici olmasıdır. Nitekim yukarıda belirtildiği gibi soruşturma aşaması süresince şüpheli sıfatı kullanılan kişi, iddianamenin kabulü, bir başka deyişle kovuşturmanın başlangıcı ile birlikte artık sanık olarak anılacaktır.

Soruşturma evresinin, suçun işlenmesi ile değil suç şüphesi ile birlikte başladığı yerinde olarak kabul edilir. Ancak suç ile ilgili şüphenin oluşması ile başladığı kabul edilen soruşturma ile birlikte şüphelilik kavramı da söz konusu olacaktır. Böyle bir durumda henüz kendisine yönelmemiş bir şüphe ile kişi açısından şüpheli sıfatı da söz konusu olacağından burada yapılması gereken şüpheli tanımının soruşturmanın başlaması ile değil kişi açısından suç ile ilgili ilk müdahalenin yapıldığı andan başladığının kabulüdür. Soruşturma evresi yalnızca belirli bir kişi ile ilgili işlemlerle sınırlı değildir. Şüphelinin kişi olarak somutlaştırılmasına kadar geçen sürede de yapılan araştırmalar ve işlemler söz konusudur. Tanımda da suç şüphesinin öğrenilmesinden itibaren başladığının kabul edilmesi isabetli olmuştur.

Benzer bir değerlendirme de kovuşturma tanımı açısından söz konusudur. Kovuşturma evresinin iddianamenin kabulü ile başladığı kabul edilir. İddianamenin iadesi kavramının hukukumuza girmesi ile böyle bir sonuç doğmuştur. Buna göre mahkeme öncelikle önüne gelen iddianameyi inceleyecek ve daha çok maddi hata olarak niteleyebileceğimiz ve kanunun 170. maddesinde sayılan durumların varlığı halinde iddianameyi gereğinin yapılması için savcılığa iade edecektir. Savcılıkça gerekli düzeltmeler yapıldıktan sonra tekrar mahkeme önüne gelen iddianame mahkeme tarafından bir karar ile kabul edildikten sonradır ki kovuşturma aşamasına geçilmiş olur. Bu karara kadar yapılan tüm işlemlerin soruşturma aşamasına dahil olduğu kanundan açıkça anlaşılmaktadır. Gerekçede belirtildiği gibi soruşturma ve kovuşturma kavramlarının şüpheli ve sanık kavramları ile ilgili açıklamalara paralel olması amaçlanmıştır ve bu amaç yukarıda şüpheli tanımı ile ilgili eleştirilerimiz dışında gerçekleştirilmiştir.

Ceza muhakemesi hukukunda önemli yer sahip diğer iki kavram da ifade alma ve sorgu kavramlarıdır. Bu kavramlar 1412 Sayılı Kanunda aynı başlık altında düzenlenmekle birlikte açık bir tanımları ilgili maddelerde bulunmamaktadır. Tanım yerine gerçekleştirilmelerinde izlenecek usul üzerinde durulmuştur; kavramların ne anlama geldiği buradan çıkarılmaktadır. Aslen 5271 sayılı Kanunda da aynı durum söz konusu olmakla birlikte burada farklı olarak genel tanım maddesinde bu kavramlara da yer verilmiştir. Yeni kanundaki tanımıyla ifade alma, şüphelinin kolluk kuvvetleri veya cumhuriyet savcısı tarafından soruşturma konusu suçla ilgili olarak dinlenmesi; sorgu ise şüpheli veya sanığın hakim veya mahkeme tarafından soruşturma veya kovuşturma konusu suçla ilgili olarak dinlenmesidir. Tanımlar ile özellikle kolluk ile savcılık işlemleri ile hakim veya mahkeme tarafından gerçekleştirilen işlemin birbirinden ayrılması amaçlanmıştır. Tanımlarda soruşturma evresi ile kovuşturma evresi ayrımı yapılmadan kolluk ve savcı işlemi ile hakim ve mahkeme işlemleri birbirinden ayrı tanımlanmıştır. 5271 Sayılı Kanun ile özellikle hak ihlalleri nedeniyle önem kazanan bu kavramları tanımlama yoluna gidilmiştir. Tasarıda tanımlar arasında yer almayan bu kavramların da, ilgili maddelerde metin içerisinde tanımlanması yerine genel tanım maddesinde bu kavramlara da yer verilmesi kanunu koyucu tarafından daha uygun bulunarak ve isabetli olarak böyle bir düzenleme yapılmıştır.

5271 Sayılı Kanun ile ceza muhakemesi kanununa ilk kez dahil olan bir kavram olan “malen sorumlu” kavramı da tanımlar maddesinde yer almıştır. Bu tanıma göre malen sorumlu, yargılama konusu işin hükme bağlanması ve bunun kesinleşmesinden sonra, maddi ve mali sorumluluk taşıyarak hükmün sonuçlarından etkilenecek veya bunlara katlanacak kişidir. Malen sorumlu kavramının Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yer alması ile amaçlanan, kanımca, bu kanunla birlikte yürürlüğe giren yeni Ceza Kanunu ile oluşan yeni duruma uyum sağlamaktır. Nitekim yeni Ceza Kanunu özel hukukta yer alan kimi kusursuz sorumluluk hallerini de kapsayacak geniş bir düzenleme alanına sahiptir. Ceza yargılaması açısından yeni kanun öncesinde bulunmayan, daha çok özel hukuk açısından sorumluluğu söz konusu kişiler için kullanılabilecek bir kavram olması, bu kişiye kamu davasına katılma hakkının tanımış olması nedeniyle tanımlar arasında bu kavrama da yer verilmesi kanımca uygun olmuştur.

5271 Sayılı Kanun ile suçüstü kavramı da sistematik olarak yeniden düzenlenmiştir. 1412 Sayılı Kanunda ilgili 127. madde içerisinde tanımlanmış bulunan kavram, yeni kanunun tanımlar başlıklı 2. maddesinde eski kanunla aynı şekilde suçüstü sayılan hallerin sayılması yöntemiyle tanımlanmıştır. Bu tanıma genel tanımlar arasında yer verilerek uygulama açısından kolaylık sağlanmıştır.

Yeni kanunda genel tanımlar arasında yer alan diğer tanımlar toplu suç ve disiplin hapsi tanımlarıdır. Toplu suç, özellikle örgütlü suçluluğun büyük artış gösterdiği günümüzde genişleyen örgütlerin üyeleri tarafından bir çok durumda birbirlerinden habersiz bir şekilde birlikte suç işlenmektedir. Kişilerin bu şekilde birbirinden habersiz ancak birlikte işledikleri, iştirak kavramı içerisinde değerlendirilemeyen suçları açısından bulunan boşluk toplu suç kavramı ile giderilmeye çalışılmıştır.

Disiplin hapsine gelince tasarıdaki tanım aynen kanun maddesine alınmıştır. Burada açıklanmak istenen kavram yasanın getirdiği düzeni korumak amacıyla yasaklanmış bulunan davranışlara uygulanacak bir yaptırım olarak hapistir. Tekerrüre esas olmayışı, adli sicil kaydına geçirilmeyen, seçenek yaptırımlara çevrilemeyen, şartla salıverme hükümlerine esas teşkil etmeyen, ön ödemeye tabi bulunmayan ve ertelenmeyen disiplin hapsi ceza kanunundaki hapis cezalarından tamamen farklı bir yaptırımdır.

B- İKİNCİ BÖLÜM : GÖREV

a- İlgili Maddeler

3. MADDE : - (1) Mahkemelerin görevleri kanunla belirlenir.

4. MADDE : - (1) Davaya bakan mahkeme, görevli olup olmadığına kovuşturma evresinin her aşamasında re'sen karar verebilir. 6 ncı madde hükmü saklıdır.

(2) Görev konusunda mahkemeler arasında uyuşmazlık çıktığında, görevli mahkemeyi ortak yüksek görevli mahkeme belirler.

5. MADDE : - (1) İddianamenin kabulünden sonra; işin, davayı gören mahkemenin görevini aştığı veya dışında kaldığı anlaşılırsa, mahkeme bir kararla işi görevli mahkemeye gönderir.

(2) Adlî yargı içerisindeki mahkemeler bakımından verilen görevsizlik kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.

6.MADDE : - (1) İddianamenin kabulünden sonra, yargılamanın alt dereceli bir mahkemeye ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilemez.

7. MADDE : - (1) Yenilenmesi mümkün olmayanlar dışında, görevli olmayan hâkim veya mahkemece yapılan işlemler hükümsüzdür.

b- DEĞERLENDİRME

5271 Sayılı Kanunun “re'sen görev kararı ve görevde uyuşmazlık” başlıklı 4. maddesinin ilk fıkrası ile 1412 Sayılı Kanunun “re’sen görev kararı” başlıklı 7. maddesi aynen tekrar edilmiş; ancak tek fıkralık bu maddeye ikinci bir fıkra eklenerek görev konusunda mahkemeler arasında çıkabilecek olumlu ve olumsuz görev uyuşmazlıklarının hangi merci tarafından çözümleneceği sorununa çözüm getirilmiştir. Madde metni tasarıyla da tamamen aynıdır. Yalnızca madde numaralarındaki değişikliklere uyumlu olması açısından ilk fıkranın ikinci cümlesinde 5. yerine 6. madde yazılmıştır.

İlk fıkraya göre aynı yargı sistemi içerisinde bulunan mahkemeler arasındaki görev uyuşmazlıkları ortak yüksek görevli mahkemece çözümlenecektir. Böylelikle bu kanun ile aynı tarihte yürürlüğe girmek üzere hazırlanan 5235 Sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun da aynı hususu düzenleyen 37/2. maddesi ile uyum sağlanmış olmaktadır. Bu kanun aynı yargı sistemi içerisinde bulunan mahkemeler arasında çıkabilecek görev ve yetki uyuşmazlıklarını çözmek görevini, bölge adliye mahkemelerinin kurulmasıyla birlikte ortak yüksek görevli mahkeme olan bölge adliye mahkemelerinin ceza dairelerine vermiştir. Buna göre ortak yüksek görevli mahkeme, sulh ceza mahkemesi ile asliye ceza mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlığı halinde ağır ceza mahkemesi; ağır ceza mahkemesi ile diğerleri arasında ise, bölge adliye mahkemesi ceza dairesi olacaktır.

5271 Sayılı Kanunun “Görevsizlik kararı verilmesi gereken hâl ve sonucu” başlıklı 5. maddesi ile “görevsizlik kararı verilemeyecek hâl” başlıklı 6. maddesi birbirini bütünler nitelikte hükümler içerdiğinden aynı başlık altında birlikte değerlendirme yapılması düşünülmüştür.

5271 Sayılı Kanunun “Görevsizlik kararı verilmesi gereken hâl ve sonucu” başlıklı 5. maddesinde 1412 Sayılı Kanunun görevsizlik kararı verilecek hal konusunu içeren 263. maddesindeki düzenleme korunmakla birlikte görevsizlik kararının verileceği zaman bakımından farklılık yaratılmıştır. 6. maddede ise yine eski kanunun 262. maddesinin korunması ile görevsizlik kararının verilmesi konusunda bir sınır çizmektedir. Yeni kanunda yer alan bu hükme göre iddianamenin kabulünden sonra görevsizlik kararı verilebilecektir. Ancak mahkeme kendisini görevsiz kabul etmekle birlikte alt mahkemeyi yetkili görüyorsa artık bu durumda görevsizlik kararı veremeyecek, görevsiz olduğu iddiasına rağmen davayı bakmaya devam edecektir.

Yeni kanundaki farklı nokta olan “iddianamenin kabulünden sonra” ifadesi, iddianamenin iadesi kavramının hukukumuza girmesinden kaynaklanmaktadır. Yeni kanuna göre hakim 170. maddede sayılı nedenlerle ve 174. maddeye dayanarak iddianameyi iade etmek ve hatalı hususların düzeltilmesi hususunu savcıya bildirme hakkına sahip olmaktadır. Mahkeme iddianamenin incelenmesi sırasında görev konusu ile ilgili olarak iddianamede tutarsızlıklar görürse bu da iddianamenin iadesi sonucunu doğurabilecektir. Ancak burada dikkat edilecek husus görevsizlik kararı ile iddianamenin görev konusundaki çelişki ve eksiklikler nedeniyle iadesinin farklı olduğudur. Mahkeme tarafından verilen görevsizlik kararı hüküm niteliğindedir ve kovuşturmayı, yargılamayı sonlandırır. Oysa iddianamenin iadesi ile mahkeme bir karar ile henüz kovuşturma aşamasına dahi geçilmeden, açıkça ortada olan bir takım çelişki ve hatalar nedeniyle kovuşturmaya başlamayı bu sorunların giderilmesinden sonraya bırakmaktadır; bu görevsizlik kararı gibi nihai bir karar değildir. İddianamenin kabulünden sonra, dava konusu suç ile ilgili olarak mahkemenin suçun kendisinin görev alanı dışında kaldığı kanaatine varması halinde mahkeme görevsizlik kararı ile davadan el çekecek ve dosya kararda mahkemenin görevli gördüğü mahkemeye gönderilecektir.

1412 Sayılı Kanunun düzenlemesinde ise görevsizlik kararı duruşmalar sırasında verilebilecektir; 1412 Sayılı Kanundaki maddeden anlaşılan görevsizlik kararının hükmün verilmesine kadar verilebileceğidir. Tasarıda da konu 1412 Sayılı Kanun’dakine benzer şekilde düzenlenmiştir. Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, maddede tasarıya uygun olarak, “iddianamenin kabulünden sonra” yerine “duruşmada” ifadesinin kullanılması uygun olurdu. Yeni kanuna göre mahkemeye görevsizlik kararı verme olanağı tanıyan 5. madde hükmü, 6. madde ile birlikte değerlendirildiğinde görülür ki görevsizlik kararı verilerek davadan el çekme olanağı ancak üst dereceli bir mahkemenin görevli görüldüğü hallerde ve iddianamenin kabulünden sonra mümkündür.

5. maddenin 2. fıkrası ile adli yargı içerisindeki mahkemeler açısından verilecek görevsizlik kararına karşı itiraz yolu açık bırakılmıştır. Bu da gayet isabetli olmuştur; ancak madde gerekçesi incelendiğinde burada geçen itiraz kavramının savcı tarafından yapılacak acele itirazı anlatmak için kullanıldığı görülür. Nitekim 1412 Sayılı Kanunda bu husus açıkça belirtilmektedir. Ancak yeni kanunda aynı konuda aynı açıklık mevcut değildir. Bu konunun kanunda daha net biçimde ifade edilmesi kanaatimce uygulama açısından kolaylık sağlayacak ve karışıklıkları engelleyecektir.

6. maddeye gelince yukarıda belirtildiği üzere bu madde 5. madde ile birlikte anlam ifade eder. 5. madde ile mahkemelere kedilerini yetkili görmedikleri davalar açısından görevsizlik kararı ile davadan el çekme olanağı tanınmış; 6. madde ile ise bu olanağın sınırlı olduğu; mahkemenin alt dereceli mahkemeyi görevli görerek davadan el çekemeyeceği vurgulanmıştır. 1412 Sayılı Kanunda aynı konuyu düzenleyen 262. madde hükmünün 6. maddede aynen kabul edildiğini söylemek mümkündür. Alt dereceli mahkemenin görevli olduğu iddianamenin kabulünden sonra ortaya çıktığında artık mahkeme görevsizlik kararı veremeyecek; yargılamaya devam edecektir.

Soruşturma aşamasında hakim tarafından iddianamenin kabulünden sonra hükmün verilmesine kadar mahkeme tarafından görevsizlik kararı verilmesi mümkündür. İddianamenin kabulünden sonra ilk duruşmada görevsizlik kararının verilmediği durumlarda, yargılamanın devamında, duruşmalar sırasında mahkemenin, yargılama konusunda kendisinin görevsiz olduğu kanaatine varması halinde görevsizlik kararı verilecektir. Böyle bir durumda o aşamaya kadar yapılan işlemler görevsiz mahkeme tarafından yapılmış olacaktır. Bu işlemlerin geçerliliği konusu 5271 Sayılı Kanun ile açıklığa kavuşturulmuştur. Yeni kanunun 7. maddesi ile böyle görevsiz mahkeme tarafından yapılan işlemlerin hükümsüz olduğu kabul edilmiştir. 1412 Sayılı Kanun’da ise konu ile ilgili bir hüküm bulunmamaktadır. Görev kamu düzenine ilişkin olduğundan görevli olmayan hakim veya mahkemece yapılacak işlemler bu nedenle hükümsüz olacaktır. Görevli mahkeme tarafından yenilenmesi mümkün olmayan işlemler ise yargılamanın sağlıklı olması açısından istisna tutulmuştur. Düzenleme ile görevsiz mahkemece yapılan işlemlerin hükümsüz sayılması uygulamada yargılamanın uzamasına yol açabilecekse de görevin kamu düzenine ilişkin olması dolayısıyla yerinde olmuştur. Nitekim tasarı metninde de yer almayan bu hüküm görevsiz mahkemenin işleminin akıbeti konusunda doktrin ve uygulamada tartışmalara yol açılmaması gerekçesi ile kanuna konmuştur.

C- ÜÇÜNCÜ BÖLÜM : BAĞLANTILI DAVALAR

a- İlgili Maddeler

8. MADDE : - (1) Bir kişi, birden fazla suçtan sanık olur veya bir suçta her ne sıfatla olursa olsun birden fazla sanık bulunursa bağlantı var sayılır.

(2) Suçun işlenmesinden sonra suçluyu kayırma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme fiilleri de bağlantılı suç sayılır.

9. MADDE : - (1) Bağlantılı suçlardan her biri değişik mahkemelerin görevine giriyorsa, bunlar hakkında birleştirilmek suretiyle yüksek görevli mahkemede dava açılabilir.

10. MADDE : - (1) Kovuşturma evresinin her aşamasında, bağlantılı ceza davalarının birleştirilmesine veya ayrılmasına yüksek görevli mahkemece karar verilebilir.

(2) Birleştirilen davalarda, bu davaları gören mahkemenin tâbi olduğu yargılama usulü uygulanır.

(3) İşin esasına girdikten sonra ayrılan davalara aynı mahkemede devam olunur.

11. MADDE : - (1) Mahkeme, bakmakta olduğu birden çok dava arasında bağlantı görürse, bu bağlantı 8 inci maddede gösterilen türden olmasa bile, birlikte bakmak ve hükme bağlamak üzere bu davaların birleştirilmesine karar verebilir.

b- DEĞERLENDİRME

8. maddenin ilk fıkrasında, 1412 Sayılı Kanunun 3. maddesi, dilde sadeliğin sağlanması açısından “murtabıt” kelimesinin yerine “bağlantılı” kelimesinin kullanılması dışında metne sadık kalınarak yer almaktadır. 2. fıkrada 5271 Sayılı Kanun ile getirilen bir yenilik kendisini göstermektedir. 2. fıkranın madde metninde yer alması ile yeni ceza kanunu ile uyum sağlanması amaçlanmaktadır. Bu fıkra eski ceza kanununun 296. maddesi, yeni ceza kanununun 281,283 ve 284. maddesinde düzenlenen suçlar bakımından da uygulama alanı bulabilecektir. Böylelikle 1412 Sayılı Kanunun bağlantılı davalar ile ilgili olarak aynı kanunun 3. maddesindeki kural yeni kanunun 8/2. maddesi ile genişlemiş olmaktadır. Eski kanunda ayrıca 230. madde ile aynı kanunun 3. maddesi dışında da bağlantı bulunması halinde davaların birleştirilmesi imkanı sağlanmıştı. Yeni kanun da 11. maddesi ile aynı kuralı kabul etmiştir. Böylelikle bağlantı konusunda hakime oldukça geniş bir takdir yetkisi tanınmış olmaktadır. Ancak 11. madde zaten 8/2. maddede özel olarak belirtilen nedenleri de kapsayan bir hüküm olduğundan gereksiz bir tekrar söz konusu olmuştur. Bu durum kanun koyucunun yeni ceza kanunu ile uyum sağlama amacından kaynaklanmaktadır. Nitekim gerekçede de bu husus belirtilmiştir. Tasarıda 8/2. maddede geçen “suç failine yataklık etme” halinin madde metnine alınmaması da ceza kanunu ile uyum sağlama çabası nedeniyledir.

Yeni kanun ile getirilen bir başka yenilik de, aralarında bağlantı bulunduğu savcılıkça tespit edilen davaların birlikte açılmasına imkan verilmesidir. 9. madde ile, 1412 Sayılı Kanunun 2. maddesinin ilk fıkrasındakine benzer bir düzenleme yapılmıştır. Ancak bu maddeler arasında önemli bir farklılık mevcuttur. Buna göre yeni kanunda, aralarında bağlantı bulunan davaların 1412 Sayılı Kanundakinden farklı olarak, savcı tarafından henüz soruşturma aşamasında değişik mahkemelerin görevine giren davalar arasındaki bağlantının tespiti halinde, davaları birleştirerek yüksek yetkili olan mahkemede açılması imkanının tanınmasıdır. 1412 Sayılı Kanunda ise farklı mahkemelerin görevine girip de bu mahkemelerde açılmış davalar arasında irtibat olduğunun tespiti halinde mahkemelere davaların ortak yüksek mahkemeye gönderilmesi imkanı mevcuttu. Başka bir deyişle davaların birleştirilmesi ancak kamu davasının açılmasından sonra mümkün olabilmekteydi. Yargılamanın hızla sonuçlandırılması ve usul ekonomisi açısından isabetli bir düzenleme olmuştur. Ayrıca, mahkemeler arasında bir içtihat birliğinin sağlanması da böylelikle mümkün olabilecektir.

5271 Sayılı Kanunun “Görülmekte olan davaların birleştirilmesi ve ayrılması” başlıklı 10. maddesinin ilk fıkrası 1412 Sayılı Kanunun 4. maddesi ile, ikinci fıkrası 5. maddesiyle bazı farklılıklara rağmen benzer şekilde düzenlenmiştir.

Eski kanunun 4. maddesinde, yeni kanunun 10/1. maddesindeki ifadeden farklı olarak, tahkikata başlandıktan sonra dahi bağlantılı davalarının birleştirilmesine veya ayrılmasına cumhuriyet savcısı veya sanığın talebiyle veya re’sen mahkemece karar verilebileceği belirtilir. 5271 Sayılı Kanunun 10/1. maddesi ise kovuşturma aşaması tabiri kullanılarak kanunun sistematiğine uygun düzenlenmiştir. Ayrıca yeni kanunda c. savcısı veya sanığın talebinden bahsedilmemektedir. Oysa buna rağmen bahsi geçen kişilerin birleştirme veya ayrılma talep etmelerine engel bir durum söz konusu değildir. Eski kanunun bu kısmının aynen yeni kanuna alınması, kanaatimce, bu kişilerin talep haklarının kaldırıldığı izlenimi yaratmamak açısından daha uygun olurdu.

5271 Sayılı Kanunun 10/2. maddesinde, 1412 Sayılı Kanunun 5. maddesi dilinin sadeleşmesi dışında aynen yer almaktadır.

10/3. madde ise eski kanundan farklı bir düzenleme yer almaktadır. Buna göre işin esasına girildikten sonra davaların ayrılmasına karar verilmesi halinde davaların görevli mahkemeye gönderilmesi yerine aynı mahkemede görülmesine devam edilecektir.Tasarının 10. ve 11. maddesi birleştirilerek oluşturulan bu maddenin tasarı gerekçesinde işin esasına girilmesi ile kast edilenin iddianamenin okunması olduğundan bahsedilmektedir. Ancak kovuşturma aşamasını iddianamenin kabulü ile başlatan ve iddianamenin iadesi kurumunu kabul eden yeni kanuna uygun olarak işin esasına girilmesinden kovuşturmanın başlaması veya iddianamenin kabulünü anlamak gerekir. Yargılama sürecinin kısaltılması ve usul ekonomisi açısından olumlu bu düzenleme ile, mahkemenin davada alt derece mahkemesini görevli gördüğü durumlarda dahi davaya bakmaya devamını zorunlu kılan kurala da uygun hareket edilmiş olacaktır.

D- DÖRDÜNCÜ BÖLÜM : YETKİ

a- İlgili Maddeler

12. MADDE : - (1) Davaya bakmak yetkisi, suçun işlendiği yer

mahkemesine aittir.

(2) Teşebbüste son icra hareketinin yapıldığı, kesintisiz suçlarda kesintinin gerçekleştiği ve zincirleme suçlarda son suçun işlendiği yer mahkemesi yetkilidir.

(3) Suç, ülkede yayımlanan bir basılı eserle işlenmişse yetki, eserin yayım merkezi olan yer mahkemesine aittir. Ancak, aynı eserin birden çok yerde basılması durumunda suç, eserin yayım merkezi dışındaki baskısında meydana gelmişse, bu suç için eserin basıldığı yer mahkemesi de yetkilidir.

(4) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olan hakaret suçunda eser, mağdurun yerleşim yerinde veya oturduğu yerde dağıtılmışsa, o yer mahkemesi de yetkilidir. Mağdur, suçun işlendiği yer dışında tutuklu veya hükümlü bulunuyorsa, o yer mahkemesi de yetkilidir.

(5) Görsel veya işitsel yayınlarda da bu maddenin üçüncü fıkrası hükmü uygulanır. Görsel ve işitsel yayın, mağdurun yerleşim yerinde ve oturduğu yerde işitilmiş veya görülmüşse o yer mahkemesi de yetkilidir.

13. MADDE : - (1) Suçun işlendiği yer belli değilse, şüpheli veya sanığın yakalandığı yer, yakalanmamışsa yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir.

(2) Şüpheli veya sanığın Türkiye'de yerleşim yeri yoksa Türkiye'de en son adresinin bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir.

(3) Mahkemenin bu suretle de belirlenmesi olanağı yoksa, ilk usul işleminin yapıldığı yer mahkemesi yetkilidir.

14. MADDE : - (1) Yabancı ülkede işlenen ve kanun hükümleri uyarınca Türkiye'de soruşturulması ve kovuşturulması gereken suçlarda yetki, 13 üncü maddenin birinci ve ikinci fıkralarına göre belirlenir.

(2) Bununla birlikte Cumhuriyet savcısının, şüphelinin veya sanığın istemi üzerine Yargıtay, suçun işlendiği yere daha yakın olan yer mahkemesine yetki verebilir.

(3) Bu gibi suçlarda şüpheli veya sanık Türkiye'de yakalanmamış, yerleşmemiş veya adresi yoksa; yetkili mahkeme, Adalet Bakanının istemi ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının başvurusu üzerine Yargıtay tarafından belirlenir

(4) Yabancı ülkelerde bulunup da diplomatik bağışıklıktan yararlanan Türk kamu görevlilerinin işledikleri suçlardan dolayı yetkili mahkeme Ankara mahkemesidir.

15. MADDE : - (1) Suç, Türk bayrağını taşıma yetkisine sahip olan bir gemide veya böyle bir taşıt Türkiye dışında iken işlenmişse, geminin ilk uğradığı Türk limanında veya bağlama limanında bulunan mahkeme yetkilidir.

(2) Türk bayrağını taşıma hakkına sahip olan hava taşıtları ile demiryolu taşıtları hakkında da yukarıdaki fıkra hükümleri uygulanır.

(3) Ülke içerisinde deniz, hava veya demiryolu taşıtlarında ya da bu taşıtlarla işlenen suçlarda, bunların ilk ulaştığı yer mahkemesi de yetkilidir.

(4) Çevreyi kirletme suçu, yabancı bayrağı taşıyan bir gemi tarafından Türk kara suları dışında işlendiği takdirde, suçun işlendiği yere en yakın veya geminin Türkiye'de ilk uğradığı limanın bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir.

16. MADDE : - (1) Yukarıdaki maddelere göre her biri değişik mahkemelerin yetkisi içinde bulunan bağlantılı ceza davaları, yetkili mahkemelerden herhangi birisinde birleştirilerek görülebilir.

(2) Bağlantılı ceza davalarının değişik mahkemelerde bakılmasına başlanmış olursa, Cumhuriyet savcılarının istemlerine uygun olmak koşuluyla, mahkemeler arasında oluşacak uyuşma üzerine, bu davaların hepsi veya bir kısmı bu mahkemelerin birinde birleştirilebilir.

(3) Uyuşulmazsa, Cumhuriyet savcısı veya sanığın istemi üzerine ortak yüksek görevli mahkeme birleştirmeye gerek olup olmadığına ve gerek varsa hangi mahkemede birleştirileceğine karar verir.

(4) Birleştirilmiş olan davaların ayrılması da bu suretle olur.

17. MADDE : - (1) Birkaç hâkim veya mahkeme arasında olumlu veya olumsuz yetki uyuşmazlığı çıkarsa, ortak yüksek görevli mahkeme, yetkili hâkim veya mahkemeyi belirler.

18. MADDE : - (1) Sanık, yetkisizlik iddiasını, ilk derece mahkemelerinde duruşmada sorgusundan, bölge adliye mahkemelerinde incelemenin başlamasından ve duruşmalı işlerde inceleme raporunun okunmasından önce bildirir.

(2) Yetkisizlik iddiasına ilişkin karar, ilk derece mahkemelerinde sanığın sorgusundan önce, bölge adliye mahkemelerinde duruşmasız işlerde incelemenin hemen başlangıcında, duruşmalı işlerde inceleme raporu okunmadan önce verilir. Bu aşamalardan sonra yetkisizlik iddiasında bulunulamayacağı gibi mahkemeler de bu hususta re'sen karar veremez.

(3) Yetkisizlik kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.

19. MADDE : - (1) Yetkili hâkim veya mahkeme, hukukî veya fiilî sebeplerle görevini yerine getiremeyecek hâlde bulunursa; yüksek görevli mahkeme, davanın başka yerde bulunan aynı derecede bir mahkemeye nakline karar verir.

(2) Kovuşturmanın görevli ve yetkili olan mahkemenin bulunduğu yerde yapılması kamu güvenliği için tehlikeli olursa, davanın naklini Adalet Bakanı Yargıtay’dan ister.

20. MADDE : - (1) Yetkili olmayan hâkim veya mahkemece yapılan işlemler, sadece yetkisizlik nedeniyle hükümsüz sayılmaz.

21. MADDE : - (1) Bir hâkim veya mahkeme, yetkili olmasa bile, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, yargı çevresi içerisinde gerekli işlemleri yapar.

b- DEĞERLENDİRME

5271 Sayılı Kanunun “yetkili mahkeme” başlıklı 12. maddesinde mahkemelerin yetkileri yer itibariyle düzenlenmiştir. Temelde 1412 Sayılı Kanunda yer alan yetki kurallarına sağdık kalınmakla birlikte yeni kanunun 12. maddesinin 2. ve 4. fıkraları yeni ceza kanunu ile uyum sağlanabilmesi için yapılan değişiklikleri içermektedir. Eski kanunda kullanılan dil maddenin tamamı açısından sadeleştirilmesi olumlu bir gelişme olmuştur.

12. maddenin ilk fıkrasında genel yetki kuralı eski kanun ile aynı şekilde ortaya konmuştur.

2. fıkrada teşebbüs halinde kalan suçlar ile kesintisiz ve zincirleme suçlarda yer bakımından yetkili mahkeme yine eski kanun ile aynı şekilde düzenlenmiştir. Ancak burada, yukarıda da değinildiği üzere yeni ceza kanunu ile uyumun sağlanması açısından ceza kanunundaki tanımlar dikkate alınarak belirlenen yetki söz konusudur. Bağlantılı iki kanun bakımından uyumun sağlanması yerinde olmuştur.

3. ve 4. fıkralarda suçun basılı eserler ile işlenmesi söz konusu olduğunda uygulanacak yetki kuralları yer almaktadır. 3. fıkrada yine 1412 Sayılı eski kanunun düzenlemesi dili sadeleştirilerek korunmuştur. Ancak 4. fıkrada yeni ceza kanunu ile uyum sağlanması amacıyla eski kanunda küçük değişiklikler yapılması söz konusu olmuştur. Eski kanunda hakaret suçu ile birlikte sövme suçundan da bahsedilmektedir. Ancak yeni ceza kanunu sövmeyi hakaret ile aynı maddede ve aynı ad altında düzenlemiş bulunduğundan 5271 Sayılı Kanunda da bu husus dikkate alınmıştır ve 12/4. maddede isabetli olarak yalnızca hakaret suçundan bahsedilmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken özellikle fıkranın son cümlesidir. Buna göre mağdurun suçun işlendiği yer dışında tutuklu veya hükümlü olması halinde bu yer mahkemeleri de yetkilidir. Bu düzenleme ile kendisine tanınan haklardan yararlanma imkanına başka yerde tutuklu veya hükümlü olması nedeniyle sahip olamayan mağdurların bir kez daha mağdur olmasının önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Bu amaç maddenin tasarı gerekçesinde de belirtilmiştir.

Son fıkra ile gelişen teknolojinin gerisinde kalan 1412 Sayılı eski kanunda yer almayan görsel ve işitsel yayınlar aracılığıyla işlenen suçlar açısından da basılı yayınlar aracılığıyla işlenen suçlardakine benzer şekilde yetki isabetli olarak ayrıca belirtilmiştir.

Özel yetki başlıklı 13. madde ile suçun işlendiği yerin tespit edilememesi halinde uygulanacak yedek bir kural getirilmiştir. Bu madde de yine 1412 Sayılı eski kanun 9. madde ile aynı düzenlemeyi içermektedir; ancak sistematik açısından uygun olması açısından eski kanundaki gibi yalnızca sanıktan değil, şüpheliden de bahsedilmektedir. Ayrıca ikinci fıkrada “sakini olduğu yer” kavramı açık olmadığı gerekçesi ile “adresi” şeklinde değiştirilmiştir. Bu hususlar dışında eski metin korunmuştur.

“Yabancı ülkede işlenen suçlarda yetki” başlıklı 14. maddede de 1412 Sayılı eski kanunun konu ile ilgili 10. maddesi metni küçük değişikliklerle yeni kanuna alınmıştır. Eski kanun ile yaratılan iki farklılık, 3. fıkrada “Türkiye’de ikamet eylediği ve yahut en son sakini olduğu yer” şeklindeki ifadenin daha açık olmasının sağlanması amacıyla yukarıdaki maddede de olduğu gibi “adresi yoksa” şeklinde değiştirilmesi ve 4.fıkrada, yurt dışında bulunup diplomatik bağışıklıktan faydalanan Türk kamu görevlileri ile ilgili olarak eski kanunundan farklı olarak şahsi suç- görev suçu ayrımı yapılmamış olmasıdır. Nitekim 1412 Sayılı Kanun’un 10/4. maddesinde bu kişilerin sadece şahsi suçlarından yargılanmalarında yetki düzenlenmiş bulunuyordu. Bu maddede de dil sadeleştirilerek aktarılmıştır.

Bu hükme göre icra hareketi veya doğrudan neticesi Türkiye’de meydana gelmeyen ve Türk Ceza Kanunu’nun 4,5,6,7 ve 8. madde hükümleri gereğince sanığa veya mağdura göre kişisellik veya adalet, gerçeklik ilkelerine göre Türkiye’de soruşturulması ve kovuşturulması gereken suçlarda sanık veya şüphelinin Türkiye’deki yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir.Şüpheli veya sanığın Türkiye’de yerleşim yeri yoksa Türkiye’de en son oturduğu yer mahkemesi yetkilidir. 2. fıkranın tasarı gerekçesi incelendiğinde cumhuriyet savcısının istemi üzerine Yargıtay tarafından belirlenecek mahkeme suçun işlendiği yabancı ülkeye coğrafi bakımdan daha yakın yer mahkemesidir.

Deniz, hava ve demiryolu taşıtlarında veya bu taşıtlarla işlenen suçlarda yetki” başlıklı 15. maddenin 1412 Sayılı eski kanunun 11. maddesi ile kıyaslandığında daha geniş bir düzenleme alanı olduğu görülmektedir. Nitekim 11. maddede yalnızca deniz ve hava taşıtlarından bahsedilmekle birlikte yeni kanunun 15. maddesinde deniz, hava taşıtları yanında demiryolu taşıtlarına da yer verilmektedir. Ancak genel bir değerlendirme ile yeni kanunun düzenleme biçiminin eski kanuna göre daha karmaşık ve çelişkili olduğu söylenebilir.

15. maddenin ilk fıkrası ile 3. fıkrası arasında çatışma mevcuttur. Tasarıda bulunmayan 3. fıkra maddeye eklenirken dikkatsizlik nedeniyle bu çatışma gözden kaçmıştır. Gemilerle ilgili düzenlemeye iki fıkrada birden yer verilmiş ve iki fıkrada konu itibariyle bir çelişki söz konusu olmaktadır. Bu çelişki ilk fıkrada Türk bayrağı taşıma yetkisine sahip gemilerin yalnızca Türkiye dışında bulunduğu sırada işlenen suçlarda yetkiyi düzenlemesi sağlanarak giderilebilir. İlk fıkrada Türk bayrağını taşıma yetkisine sahip olan bir gemide veya böyle bir taşıt Türkiye dışında iken” ifadesinde “veya” yerine “ve” bağlacı kullanılması yeterli olacaktır. Son fıkrada ise yeni ceza kanunda yer alan çevreyi kirletme suçu açısından bu kanuna uyum sağlanması amacıyla bu konuda yetki ayrıca düzenlenmiştir. Kanunda, tasarıdaki gibi yetkili mahkemelerin tek tek sayılmasından vazgeçilerek kanuna uyumlu daha genel bir kurala yer verilmiş ve kanımca genel bir kanuna daha uygun olması sağlanmıştır. Ancak burada tasarıda geçen “Türk karasuları dışında işlenen suçun etkilerinin Türk karasularında görülmesi” halinden kanunda bahsedilmemiş ve kanımca eksiklik yaratılmıştır.

16. madde metni 1412 Sayılı eski kanunun 12. maddesinde dilin sadeleştirilerek aynen korunması yoluyla oluşturulmuştur. Bir başka deyişle bağlantılı suçlarda yetki konusunda 5271 Sayılı kanun bir yenilik içermemektedir.

Yukarıda görev uyuşmazlıkları bahsinin düzenlendiği 4. madde ile benzer bir durum yetki bahsinde de tekrarlanmıştır. Yukarıda 4. maddenin 2. fıkrası ile ilgili yapılan değerlendirmeler burada da aynen söz konusu olacaktır. Olumlu ve olumsuz yetki uyuşmazlıklarının çözümü 5271 Sayılı Kanun ile ortak yüksek görevli mahkemeye bırakılmıştır. 5235 Sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun da aynı hususu düzenleyen hüküm içermektedir. Ancak bu kanun aynı yargı sistemi içerisinde bulunan mahkemeler arasında çıkabilecek görev ve yetki uyuşmazlıklarını çözmek görevini, Bölge Adliye Mahkemelerinin kurulmasıyla birlikte bölge adliye mahkemelerinin ceza dairelerine vermiştir. Bu hükme göre yetki konusunda iki mahkeme arasında olumlu veya olumsuz bir uyuşmazlık söz konusu uyuşmazlık sulh ve asliye mahkemeleri arasında ise ağır ceza mahkemesi tarafından; bu mahkemelerden birisi ile ağır ceza mahkemesi arasında ise bölge adliye mahkemesi ceza dairesi tarafından çözümlenir.

Kanunun 18. maddesinde eski kanunda 15 ve 17. maddede ayrı ayrı düzenlenmiş bulunan yetkisizlik iddiasında bulunma süresi ile yetkisizlik kararının verilebileceği süre yeni kanunun sistematiğine de uygun olarak birlikte düzenlenmiştir.

Eski kanun açısından sanık ancak duruşma başında iddianamenin okunmasından önce yetkisizlik iddiasında bulunabilecektir. Ancak bu, sanık açısından olumsuz bir düzenlemedir ve yeni kanun ile iddianamenin iadesi kurumunun kabulüyle birlikte değerlendirildiğinde de kabulü mümkün olmayacaktır. Yeni kanun ile sanığın bu hakkını mahkemedeki sorgusuna kadar kullanması mümkün kılınmıştır. Bu şekliyle sanığın hakkının ihlalinin de önüne geçilebilecektir. Değişiklikler ile amaçlanan, mümkün olduğunca davanın bir duruşmada bitirilmesi olduğundan duruşmanın ertelenmesine neden olabilecek böyle bir durumun önüne geçilmek istenmiştir.

Yetkisizlik iddiasına ilişkin karar bakımından yetkisizlik iddiasında bulunulacak zamanın tespitindeki düşünce tarzı geçerli olmaktadır. Sanık mahkemede dinlenmeden önce yetkisizlik sorunu çözümlenecek; bundan sonra yargılamaya başlanacaktır. Böylelikle yetkisiz mahkemece yapılan işlemlerin de baştan önlenmesi sağlanmaya çalışılmıştır.

Ayrıca yetki ve görev uyuşmazlıkları konusunda dikkate alınmayan 5235 Sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun da yetkisizlik iddiası bahsinde dikkate alınarak doğru hareket edilmiştir.

Son fıkrada bir mahkeme kararı olan yetkisizlik kararına karşı itiraz yoluna başvurulabileceği hükme bağlanmıştır. Mahkeme kararlarına karşı sadece kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde itiraz yoluna başvurulabileceğinden burada bu açık hükme yer verilmiştir.

Davanın nakli başlığı altında düzenlenen 19. madde ile eski kanun ile farklılıklar yaratılmış ve eski kanunun bu konudaki eksiklikleri giderilmeye çalışılmıştır. Eski kanunun düzenlemesi ile yeni kanunun düzenlemesi arasında davanın naklini gerektiren sebepler bakımından bir farklılık söz konusu değildir. Ancak davanın nakli açısından geçerli hukuki nedenler hakimin reddi ve hakimin çekinmesi şeklinde karışımıza çıkar; ki bu durumlarda hangi mahkemenin yetkiliyi tespit edeceği ilgili maddelerde ayrıca belirtilmiş bulunmaktadır. Burada önemi nedeniyle hakimin reddi ve çekinmesi halinde 19. maddeden daha açık bir şekilde aynı düzenlemeye yer verilmiştir.

Davanın naklini gerektirebilecek nedenlerden birisi de yargılamanın görevli ve yetkili mahkemenin bulunduğu yerde yapılmasının kamu güvenliğini tehdit etmesidir. Her iki kanun da bu durumda Adalet Bakanının talepte bulunması şartını kabul etmiştir. Ancak eski kanunda Adalet Bakanının bu talebinin hangi mercie yapılacağı açık olmamakla birlikte düzenleme biçiminden yetkili ve görevli mahkemeye yapılacağı anlamı çıkmakta iken; kamu güvenliği söz konusu olduğundan yeni kanun bu talebin Yargıtay’a yapılmasını gerektiğini açıkça belirtmiştir. Adalet Bakanına böyle bir talep hakkı tanınması tartışılır ise de eski kanuna göre daha yerinde bir düzenleme yapıldığı kabul edilmelidir.

Kanunun 20 ve 21. maddeleri yetkisiz mahkeme tarafından yapılan işlemler ile gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılan yetkisiz mahkeme işlemlerinin geçerliliğini düzenlemektedir. Burada 1412 Sayılı eski kanun ile tamamen aynı kural kabul edilmiştir. Görev bahsinde olduğu gibi genel bir hükümsüzlük burada söz konusu edilmemiştir. 20. maddeye göre yetkili merci yetkisiz merci tarafından yapılan işlemler değerlendirilecek ve kurallara uygun olanlar sadece yetkisizlik nedeniyle hükümsüz sayılmayacaktır. Yetki kavramı görev gibi kamu düzenine ilişkin olmadığından ve yargılamanın hızlandırılması amacına da uygun olduğundan aynı düzenleme korunmuştur. 21. maddede ise yetkili olmadığını bilmesine rağmen bir takım işlemleri yapmak durumunda kalan hakim veya mahkemelerin bu işlemleri düzenlenmektedir. Görev yönünden söz konusu olmayan düzenlemeye göre acil durumlarda bu aciliyet nedeniyle yetkisiz hakim veya mahkeme tarafından yapılmak zorunda kalınan işlemlerin geçerli olduğu kabul edilir. Böyle bir durumdan bahsedebilmek için ancak yetkisiz mahkeme tarafından usuli işlemin yapılmaması halinde o işlem ya hiç yapılamayacak yada bu konuda esaslı zorluklarla karşılaşılacak olması gerekmektedir.

3- SONUÇ

Yukarıda 5271 Sayılı Kanun’un ilk 21 maddesi ilgili oldukları konularla bağlantılı olarak ve bu konular birer bütün olarak ele alınmak suretiyle incelenmiştir. Bu incelemede bahsi geçen maddelerde ne gibi yenilikler yapıldığı, hangi konularda önceki kanunun düzenlemesinin muhafaza edildiği üzerinde karşılaştırmalı olarak durulmuştur. Adalet Komisyonu Raporu, tasarı, tasarı gerekçesi ile kanun gerekçesinden de sıklıkla faydalanılmıştır.

5271 Sayılı Kanun aslında büyük ölçüde 1412 Sayılı eski kanunda yer alan hükümlerden oluşmaktadır. Her ne kadar kimi konularda zamanın gerisinde kalmakla birlikte özellikle son bir kaç yıldır yapılan değişiklikler ile kanunun çağa ayak uydurması sağlanmaya çalışılmıştı. Ancak yeni kanun ile bir bütünlük sağlanması açısından eski kanunda değişiklik yapılması yerine bu yol izlenmiştir.

Bahsettiğimiz üzere büyük ölçüde eski kanun ile benzerlik taşıyan yeni kanun bazı konularda ise yeni düzenlemeler ve kurumlar getirmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu ile Avrupa’daki sistemlere yakın, çağa uygun bir ceza yargılaması sistemi oluşturulmaya çalışılmıştır.

Ceza muhakemesi hukukunun maddi gerçeğe kişilerin hak ve özgürlüklerine mümkün oldukça dokunmadan, adil yargılama sınırları dışına taşılmadan en kısa sürede ulaşılması şeklinde özetlenebilecek amacına uygun olmasına çalışılan yeni kanunun bu amacı gerçekleştirmede ne kadar etkili olacağı ise daha çok uygulama ile ortaya çıkacağından uygulamanın ne şekilde olacağı görüldükten sonra bu kanun hakkında daha sağlıklı değerlendirme yapılabilecektir.

KAYNAKÇA

Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu, Seçkin Yayınları, Ankara, 2002

Ceza Muhakemesi Kanunu, İzmir Barosu Yayınları, İzmir, 2005

Ceza Muhakemesi Kanunu Genel Gerekçesi

T.B.M.M. Adalet Komisyonu Raporu, 01.12.2004, 1/535, 1/292 E, 65 K.

Ceza Muhakemesi Kanunu Tasarısı

Ceza Muhakemesi Kanunu Tasarı Gerekçesi

http://www.turkhukuksitesi.com/hukukforum/art_showarticle.php?s=85740dcbd8fd76427399a8ac993818b8&id=194, FEYZİOĞLU, Metin; 10.05.2005 Tarihli “5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu Hakkında Bazı tespit ve Değerlendirmeler” adlı makale;

http://www.ceza-bb.adalet.gov.tr/makale/113.doc, ÖZTÜRK, Bahri; Ceza

Muhakemesi Kanun

No comments: