GÜVENLİK TEDBİRLERİ VE
5237 SAYILI TÜRK CEZA KANUNUNA
GÖRE YAPTIRIM TEORİSİNDEKİ YERİ
Dr. Haluk ÇOLAK [1]
Uğurtan ALTUN [2]
I. Giriş
Bugün geçerli olan suç genel teorisine göre suç, kusur yeteneği yani isnat kabiliyeti bulunan bir kimsenin tipe uygun, hukuka aykırı, kusurlu hareketidir. Kusur yoksa, suç da yoktur. Kusurlu davranabilme yeteneği, yani isnat yeteneği kusurlu hareket edebilmenin önşartıdır. Bir kimse bir ceza normunu anlayamaz veya anlayabildiği halde ona uygun hareket edemezse, bu hareketin ona isnat edilebilmesi, bu hareketi sebebiyle kınanabilmesi ve cezalandırılabilmesi imkansızdır. Çağdaş ceza hukuku, irade özgürlüğünü kabul eder ve failin iradesinin sağlıklı olmasına büyük önem verir. Yaptığı hareketin anlam ve önemini kavrayabilen, böyle bir hareketi bilerek ve isteyerek yapabilen kimse, isnat kabiliyeti olan kimsedir. Suç da, böyle bir kusur yeteneği bulunan bir kimsenin tipe (kanunî unsura) uygun, hukuka aykırı, kusurlu hareketidir. O halde, isnat kabiliyeti bulunmayan kimselerin fiilleri “suç” olarak nitelenemez ve suç olmadıkları için de cezalandırılamaz. Ancak, bu fiiller hukuka uygun oldukları için değil, kusurlu olmadıkları için cezalandırılmamaktadır. O halde, hukuk düzenince cevaz verilmedikleri, hukuka aykırı olmaya devam ettikleri için, hukuk bu fiillerle meşgul olmaya devam edecektir.
Kusur, bir fiilin, isnat kabiliyeti bulunan bir kimse tarafından bilerek ve isteyerek ve fakat en azından bilerek işlenmesidir. Bilmeden ve/veya istemeden işlenen bir fiilden dolayı kimse cezalandırılamaz. Çağdaş ceza hukukunun en önemli ilkelerinden olan “kusursuz suç ve ceza olmaz” ilkesi, faili hak etmediği aşırı yaptırımlara karşı korur. Bu ilkeye göre, ceza sadece, bizzat fail tarafından işlenmiş bulunan fiilden doğan kişisel sorumluluğa dayanabilir. Anayasamızın 38’inci maddesinde, “ceza sorumluluğu şahsîdir” derken, dolaylı olarak bu hususa da işaret etmiş olmaktadır.
Kusurlu davranabilme yeteneği bulunmayan bir kimsenin cezalandırılması ayrıca Anayasamızda açık ve kesin bir dille ifade edilen insan haysiyetinin dokunulmazlığı ilkesine de ağır bir aykırılık teşkil eder; zira böyle bir tutum, insan haysiyeti ile bağdaşmayan bir muameledir ve pek çok olayda hukuk düzenimiz tarafından kesinlikle yasaklanan işkence ile (md.17/3 AY, md. 5 İHEB, md. 3 İHAS, İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler ve Avrupa Sözleşmeleri, md. 94, 95 TCK) aynı anlama gelir.
Suç kusurluluğu şart koşarken, güvenlik tedbirlerini gerektiren fiiller “tehlikeliliği” şart koşmaktadır. Tehlikelilik kavramı belirsiz bir kavramdır. Bu belirsizlik “kamu düzeni”, “kamu yararı” gibi kavramlarındaki belirsizlikten farklı değildir hatta daha fazladır. Bu haliyle “tehlikelilik” kavramına dayalı olan güvenlik tedbirini gerektiren bir fiil sebebiyle bir kimsenin mahkum edilmesi kanunilik ilkesine özellikle bu ilkenin sağladığı güvencelerin ilki olan “belirlilik” esasına aykırıdır. Bu nedenle doktrinde “güvenlik tedbirleri ile cezalar amaç bakımından değil sadece bunların sınırlanmaları konusunda birbirinden ayrılmaktadırlar; güvenlik tedbirleri ağırlıkları ve ölçüleri bakımından kusura değil, ki cezaların sınırı kusurdur; oranlılık ilkesine bağlıdır; bu ilke devlete güvenlik tedbirleri konusunda cezaya nazaran daha geniş bir müdahale izni vermektedir” denilmesi, kanunîlik ilkesinin, daha açık bir ifade ile insan hakları ile diğer temel hak ve hürriyetlerin tehlikeye atılmasından başka bir şey değildir. Çünkü, burada hâkime ceza hukukunda hiç alışılmamış bir şekilde geniş bir takdir yetkisi verilmiş olmaktadır. Fakat bir hukuk devletinde, kanunda sarih ve net bir şekilde suç veya güvenlik tedbirini gerektiren fiil olarak düzenlenmemiş olan fiillerden dolayı mahkumiyet kararı verilmesi olanaksızdır. Bilindiği gibi, net olmayan belirsiz ceza ve güvenlik tedbiri normları, insanları keyfiliğe karşı koruyamazlar, öte yandan, bir fiilin suç veya güvenlik tedbirini gerektiren fiil olduğu, failin fiili işlemesinden evvel kanunda sarih bir şekilde gösterilmesi gerekir; bunun hâkime bırakılması kabul edilmemektedir. Doktrinde ve uygulamada hakim olan görüş kabul edilecek olursa, özellikle hukuk devleti ilkesi henüz tam manasıyla hayata geçirilememiş bulunan ülkelerde insanlar keyfiliğin kucağına itilmiş olurlar.
İnsan haklarından ölçüsüz ödünler vererek toplumu korumak, bireyin yararını toplum yararına feda etmek veya bunun tersini yapmak bir hukuk devletinde asla kabul edilemeyecek olan bir husustur. Hukuk devleti ne ferdi kayırır ne de toplumu, zira ferdin kayırılması (haksız olarak ölçüsüz bir şekilde ön plana çıkarılması, korunması) anarşiye, toplumun kayırılması ise baskıcı bir yönetime yol açar. Öte yandan doktrinde, “toplumun tehlikeli kişilere karşı sadece kusura dayalı cezalarla korunamayacağının, bunun için güvenlik tedbirlerine de ihtiyaç bulunduğunun; güvenlik tedbirleri ile cezaların amaç bakımından değil, sadece bunların sınırlanmaları konusunda birbirinden ayrıldıkları” ileri sürülmektedir.
Suç siyaseti açısından, sadece cezalarla toplumu korumak mümkün değildir; ilave araçlara ihtiyaç vardır, bunlar da güvenlik tedbirleridir. Ancak bu yapılırken, hukuk devleti esaslarından uzaklaşmamak gerekir.
II. Kavram
Güvenlik tedbiri kavramı hakkında tam bir tanım verilmemekle beraber, suçludaki tehlikelilik durumuyla orantılı olarak hükmedilen ve asıl olarak sosyal savunma amacına yönelmiş bulunan müeyyideler şeklinde tanımlanması mümkündür. Günümüzde, ceza hukukunda güvenlik tedbirine yer vermeyen bir doktrin veya ceza kanunu bulunmamaktadır. “Emniyet tedbirleri” veya “güvenlik önlemleri” olarak da adlandırılan bu kavram çağdaş ceza hukukunda, müeyyide olarak kabul görmüş bir kurum olarak değerlendirilmektedir. Güvenlik tedbirleri olarak uygulanacak bu tedbirler, değişik amaçlara hizmet etmektedir. Gerçekten, bir tedbir kişinin iyileştirilmesini ön planda tutmuş olabileceği gibi, toplumu korumak ve kişiyi toplum bakımından zararsız hâle getirmek de, tedbirin getiriliş amacında dikkate alınmış olabilir. Ayrıca, bir tedbirin amacı hem kişinin iyileştirilmesi ve hem de toplumun tehlike teşkil eden kişiden korunması olabilir ki, burada her iki amacın birlikte bulunduğu görülür.[3] 1982 Anayasasının 38’inci maddesinde 1961 Anayasasının kullandığı ve “ceza tedbirleri” terimi yerine “güvenlik tedbiri” terimi kullanılmıştır.
Güvenlik tedbirlerinin sosyal tepkinin iki şeklinden birisini oluşturan önleyici koruma tedbirinden ibaret olduğu söylenebilir. Toplumun önleyici bir koruma tepkisi olarak güvenlik tedbiri; sorumluluk şartlarını taşısın veya taşımasın suçlu tehlikelilik hâli arz ediyorsa, onun hakkında bir tedavinin, iyileştirmenin (tretman) gerektiği felsefesine dayanmaktadır. Bu sebeple bazı yazarlar güvenlik tedbirlerinin ahlâkî, manevî düşüncelere dayanmayan ve tehlike hali arz eden kişilerin suç işlemeleri ihtimalini karşılayan kurumlar olduğunu açıklamaktadırlar. Burada amaç önleme olup, ödetme, korkutma değildir.[4]
Kusurun derecesi ile orantılı olarak uygulanması gereken cezalar, her zaman ceza hukukundan beklenen önleme görevini yerine getiremezler; işte bu durumlarda, tek amaçları; fiil ve failin kişiliğinden kaynaklanan tehlikelilik halinin önlenmesi olan, failin eğitilmek, tedavi edilmek veya koruma altına alınmak suretiyle yapılan ve “güvenlik tedbirleri” adı verilen müdahaleler ile cezanın tamamlanması gereklidir. 1969 yılında Alman ceza hukukunda yapılan reformun amacı, tedbirlerin ceza hukukundaki durumunu göstermesi açısından önemlidir. Bu değişiklikle, “zorunlu olan kadar az ceza, mümkün olduğu kadar fazla sosyal yardım ilkesi” getirilmiştir.[5]
Bu anlamda, güvenlik tedbirlerinin gayesi, cezadan farksız olmayıp, cezadaki gibi toplumsal düzeni savunmak olduğu kabul edilmektedir. Faildeki tehlikelilik hâliyle orantılı olarak hükmedilen ve sosyal savunma amacı dikkate alınarak, özellikle akıl hastaları ve kusur yeteneği olmayan çocuklar hakkında uygulanan tedbirler açısından kanunilik ilkesi geçerlidir.[6] Güvenlik tedbirleri kural olarak kusur yeteneği bulunmayan ve toplumsal açıdan tehlikelilik arz eden suç faillerine uygulanmakla beraber, bunun istisnalarına da rastlanmaktadır. Kusur yeteneği olan kişilerin gerçekleştirdikleri suçlar nedeniyle, belirli bir cezaya mahkûm olma dışında veya bu cezayı ikame edecek şekilde bir güvenlik tedbirine mahkûm edilebilmeleri de mümkün görülmektedir. Bunun gibi durumlarda, fiilin hukuka aykırılık niteliği sürdüğü için, faile taşıdığı tehlikelilik haliyle orantılı ve sosyal savunma amacına yönelik tedbirlerin hükmedilmesi gerektiğinden, ayrıca ceza ve güvenlik tedbirlerinin farklılık taşıyan hukuki nitelikleri dikkate alınarak, bir suç hakkında her iki müeyyidenin uygulanması, “non bis in idem” kuralına aykırılık oluşturduğu da ileri sürülemeyecektir.[7]
III. Tarihçe
Tarihin bütün dönemlerinde topluma veya bireye zarar veren fiillere karşı bir sosyal tepki gösterilmiş ve tepki bir suç nedeniyle uygulandığında da “ceza” yaptırımı olarak kendisini göstermiştir. Cezanın ilkel toplumlardaki içgüdüsel şeklinden gelişmiş toplumlardaki sistemli yapısına ulaşırken amacında da sürekli bir değişim gerçekleşmiş ve bunun sonunda çağdaş ceza hukukunun bir kurumu olan “güvenlik tedbirleri” kavramı ortaya çıkmıştır.[8]
Güvenlik tedbirlerinin tarihsel gelişimi ile ilgili yapılacak açıklamaların sağlam temellere dayandırılamayacağı konusunda görüşler olmakla beraber, okullar mücadelesinden ve positivist okulun esaslarının ortaya çıkmasından önce de, sistematik bir şekilde mevcut olmasa da, toplumun suçlardan korunması fikri mevcuttu ve cezanın ödetici olma niteliği yanında önleyici amaçlara hizmet etmesi de ileri sürülmekteydi.[9]
Güvenlik tedbirleri kavramının ilk kaynağını Platon’a kadar götüren yazarlar vardır ve Platon’un ceza ile suçluyu iyileştirmek için ruhun ilâcı olarak kullanılacak tedbirler arasında ayırım yaptığı, Seneca’da da benzer fikirlere rastlanıldığı belirtilmiştir. Güvenlik tedbirlerinin teorik bakımdan gerçek kaynağını pozitivist doktrinde aramak gerekir. Gerçekten suçlunun tehlike hali kavramı güvenlik tedbirlerini doğal bir sonuç olarak ortaya çıkarmıştır.[10]
Nitelikleri itibariyle farklılık arz eden ceza ve güvenlik tedbirlerinin birlikte kullanılması ve böylece suç karşılığı uygulanacak olan yaptırımların “iki izlilik” içinde düşünülmesi, ilk olarak İsviçreli Hukukçu Carl Stroos tarafından gerçekleştirilen 1893 İsviçre Ceza Kanunu Tasarısında ilmî bir anlamda belirtilmiştir.[11]
Bu Tasarı yirminci yüzyılın başında yürürlüğe giren bütün ceza kanunlarında etkili olmuştur. Bu bakımdan Von Listz’de bu konuda yoğun çalışmalarda bulunmuştur. Her iki yazar cezalar ile güvenlik tedbirlerini birbirinden kesin olarak ayırmayı ve her iki müeyyide çeşidine ayrı ayrı görevler verilmesini uygun görmüşlerdir.[12]
IV. Hukukî niteliği
Günümüzde güvenlik tedbirleri Türk, Alman, Avusturya ve İsviçre hukuklarında olduğu gibi, cezalarla birlikte suçları önleyici vasıtalar olarak kabul edilmektedir. Suç işleyen kişilere karşı hem ceza, hem de idare hukuku alanında tedbirler uygulanabilir. Bu tedbirlerin hedefleri aynı olup, bu hedefler toplumsal düzenin korunması ve güvenliğin sağlanmasıdır. Toplumsal düzene aykırı her fiil suç olarak düzenlenmemiştir. Toplum düzenine aykırı olmakla beraber, suç teşkil etmeyen davranışlara karşı uygulanan tedbirler idarî tedbirler olarak değerlendirilir. Oysa ceza kanununda belirlenen bir fiile uygun davranış nedeniyle uygulanan tedbirler ise yaptırımdır ve cezaî nitelikte tedbirlerdir.[13]
Anayasa Mahkemesi de, güvenlik tedbirlerinin bir ceza hukuku yaptırımı olduğunu kabul etmiştir; buna göre, suç işlememiş kimse hakkında, yaşadığı hayat tarzı bakımından toplum için tehlike oluşturduğu gerekçesiyle tedbir uygulanabilir. Fakat bu tedbir, ceza hukuku alanına girmez ve kolluk tedbiri olarak nitelendirilebilir. Anayasa Mahkemesi, toplumun tehlikeden korunması için suçluların eğitilebileceğini, yetiştirilebileceğini ve hatta toplumsal ve psikolojik yönlerden tedavi edilebileceğini ifade etmiş; ceza yaptırımlarının temel amacının “ceza hükümlülerinin iç varlığına ve dünyasına girerek esasta onu düzeltmek, yeniden suç işlemesinin ve toplum için sürekli bir tehlike olmasının önüne bu yolla geçmek ve dolayısıyla topluma tekrar yararlı bir birey haline getirdikten sonra toplum içine serbest bırakmak” olduğuna karar vermiştir.[14]
Yargıtay Ceza Genel Kurulu verdiği bir kararda, mahkemenin veya hazırlık soruşturmasında sulh hâkiminin vermiş olduğu akıl hastanesine gönderme tedbirinin bir mahkûmiyet hükmü olmadığını kabul etmiştir.[15]
Yargıtay, söz konusu kararı beraat hükmü olarak da kabul etmemektedir. Bu durumda yeni bir hüküm türü ortaya çıkmaktadır. Suçu işlediği sabit olan kişi hakkında verilen hüküm mahkûmiyet olacağından ve ceza hukuku yaptırımlarının infaz edilebilmesi de mahkûmiyet hükmünün verilmiş olmasına bağlı olduğundan bu karar doktrinde eleştirilmiştir.[16]
V. Ceza ve güvenlik tedbirleri arasındaki ortak nitelikler
Ceza ve güvenlik tedbirlerinin ortak niteliklerinin varlığı her dönemde ileri sürülmüştür. Bunun sonucu güvenlik tedbirleri sınırlı bir grup içinde tespit edilir. Bir çok yaptırım türü bilinmekle beraber, bu yaptırımların hangilerinin güvenlik önlemi, hangilerinin ceza oldukları konusunda görüş ve uygulama birliği yoktur. Bir çok kanun güvenlik tedbirlerini birkaç tane ile sınırlı bir şekilde kabul ettikleri halde, daha başka kanunlar güvenlik tedbirlerinin gerek türlerini gerek bunlar hakkında uygulanacak olan genel kuralları geniş bir şekilde düzenlerler. Örneğin, 1930 İtalyan Ceza Kanunu 41, yeni Küba Kanunu 19, Romanya Kanunu 21, Brezilya Kanunu 26 madde içinde güvenlik önlemlerini düzenlemektedirler. Buna rağmen, güvenlik tedbirlerine çok sınırlı yer veren yeni kanunlara da rastlanmaktadır. Bunun sebebi ise değişiktir. Bir bakıma güvenlik tedbirlerine karşı duyulan güvensizliğin yanı sıra, cezaların yalnız ödeten bir yaptırım biçimi olmayıp güvenlik tedbirlerinde olduğu gibi, failin ıslâhını amaçlaması ve ceza uygulanması ile tedbirlerin amaçladığı sonuca ulaşılabilmesinin mümkün görülmesindedir.[17]
Güvenlik tedbirleri ile cezalar arasında, kanunilik ilkesi bakımından, konu bakımından, gerçekleştirilen fiil bakımından ve yetkili makam bakımından bazı benzerlikler söz konusudur.[18]
A. Kanunîlik ilkesi bakımından
Ceza, kanun tarafından tespit olunur ve cezada kanunîlik ilkesi geçerlidir. Az sayıda karşı görüş bulunsa da, günümüzde güvenlik tedbirlerinde de cezalarda olduğu gibi kanunîlik ilkesi geçerlidir.[19] Hâkim tedbir uygulanmasını gerektiren kanunî bir hâl olmadıkça tedbire hükmedemeyeceği gibi, kanunda yazılı olmayan bir tedbire de karar veremeyecektir. Nitekim Anayasanın 38’inci maddesinde, cezalar ile güvenlik tedbirlerinde kanunîlik ilkesinin geçerli olduğu vurgulanmıştır.
B. Konu bakımından
Cezalar, hürriyete, malvarlığına ve bazı haklara yöneliktir. Güvenlik tedbirleri de tıpkı cezalar gibi kişilerin özgürlüğünü veya bazı haklarını kısıtlamaya veya kişinin malvarlığına yöneliktir.[20] Öte yandan, her ikisi açısından ortak amaç özel önlemenin sağlanmasıdır.[21]
C. Gerçekleştirilen fiil bakımından
Cezaların tatbik edilebilmesi için bir suçun işlenmiş olması gerekir. Emniyet tedbirlerinin tatbiki içinde bir suçun veya hukuka aykırı bir eylemin gerçekleşmesi gerekir. Hakkında güvenlik tedbiri uygulanacak olan kişinin ceza sorumluluğu için gerekli şartları taşıyıp taşımadığı hiçbir suretle araştırılmaksızın, işlediği suç tehlike hâlinin bulunduğunu gösteren bir işaret sayılır ve hakkında tehlikeli hâli ile uygun tedbir uygulanabilir.[22]
D. Yetkili makam bakımından
Cezalar gibi, güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına ceza mahkemelerince karar verilir. Doktrinde güvenlik tedbirlerine idarî makamların hükmetmesi gerektiği şeklinde görüşler ileri sürülmüştür. Ancak baskın olan görüş, bu tedbirlerin hâkim kararıyla gerçekleşmesi yönündedir.[23]
VI. Ceza ve güvenlik tedbirleri arasındaki farklar
Her iki kavram arasında bazı farklar vardır.[24]
1. Bu iki yaptırım arasında en önemli farklardan birisi, cezanın uygulanabilmesi için failin kusurlu hareket etmesi ve kusura ehil olmasıdır. Kusursuz ceza olmaz kuralı bugünün ceza hukukunda kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi kadar önemlidir. Buna karşı güvenlik tedbirlerinde failde kusurun bulunması aranmayıp, esas olan toplumun korunmasıdır.
2. Cezada fiil sebebiyle bozulan toplum düzenini bozulan ölçüde düzeltme amacı vardır. Bu sebeple ceza geçmişe yönelik bir nitelik taşır. Güvenlik tedbirinin uygulanmasında geçmişte kalmış olan suç bir kriter değildir; failin gösterdiği nitelikler sebebiyle toplum bakımından arz ettiği tehlikedir. Başka bir ifadeyle, ceza geçmiş için verildiği hâlde, güvenlik önlemleri failin gösterdiği tehlike sebebiyle gelecek için uygulanır ve suç işlenmesini engellemeyi amaçlar.
3. Ceza ödetici bir nitelik taşıyınca, amacının genel önleme olması gerekir. Ceza uygulandığı kişiye acı ve ızdırap verir ve fiilen bunu gerçekleştirmelidir. Güvenlik tedbirlerinde yegane amaç kişinin ıslâhı, terbiyesi ve topluma tekrar kazandırılmasıdır.
4. Ceza olumsuz bir değer yargısının ifadesidir. Güvenlik tedbirleri kişiye karşı uygulanmakta olan bir kötülük veya toplumun olumsuz değer yargısını ifade eden bir müessese değildir.
5. Cezanın uygulanma sebebi ve şartı için bir suçun gerçekleştirilmiş olması gerekir. Güvenlik tedbirlerinin uygulanabilmesinin gereği, maksada uygunluk içinde bulunmasıdır.
6. Cezanın genel, özel önleme ve bir bakıma kefaret amacı vardır. Bu amaçlar geneldir. Güvenlik tedbirlerinde ilk amaç, kişinin terbiyesi ve iyileştirilmesidir. Bu nedenle, cezalar objektif bir nitelik taşıdığı halde, güvenlik tedbirleri subjektif bir özelliğe sahiptir. Güvenlik tedbirlerinde her suçlunun karakter ve kişilik özelliklerine göre ayrı ayrı tedbirler tespit edilir.
7. Cezada, işlenen fiil, meydana gelen zarar ve netice önem taşır. Cezanın miktarının belirlenmesinde bu kavramlar dikkate alınır. Güvenlik tedbirinde ön planda tutulan gerekliliğidir ve gerekli olduğu süre içinde uygulanabilir. Bu nedenle baştan itibaren süresinin tespiti mümkün değildir. Güvenlik tedbirinden beklenen amaç gerçekleştiğinde, uygulanmasından vazgeçilerek kaldırılması yoluna gidilir.
8. Ceza, kanunda belirtilmiş olduğu biçimde uygulanır. Genel olarak cezaların türü ve uygulanış biçimi bir kaçı geçmez. Güvenlik tedbirlerinin nitelikleri gereği her kişiye göre değişik şekilde uygulanış özelliği gösterir. Kişiye güvenlik tedbirinin bir türü uygulanmaya başlanmışsa, kişinin bu tedbire karşı verdiği tepkiye göre, bir başka tedbirin uygulanmasına geçilebilir.[25]
VII. Güvenlik tedbirlerinin çeşitleri
Güvenlik tedbirleri ilişkili oldukları hukukî değerler açısından üçe ayrılırlar.
1. Hürriyeti sınırlayan güvenlik tedbirleri. (Örneğin itiyadî alkoliklerin tedavi maksadıyla gözaltı edilmeleri, yabancıların sınır dışı edilmeleri, bir yerde ikamet zorunluluğu, içki içilen yerlere gidememe gibi tedbirler).
2. Haklardan yoksun kılan güvenlik tedbirleri (Örneğin siyasî haklardan yoksun olma, bir meslek veya sanatın yapılmasının yasaklanması).
3. Diğer tedbirler (Hükmün ilânı, önleyici kefalet).[26]
VIII. Güvenlik tedbirleri ile cezaların uygulanışındaki bağlantılar
Güvenlik tedbirleri ile ilgili ilk ortaya çıkan kavram ve anlayışlardan bu yana, tartışılan bir konu da, suç karşılığı olarak cezalar ile güvenlik tedbirlerinin ayrı ayrı ve birlikte uygulanıp uygulanmayacağı veya cezaların tamamen bir kenara bırakılarak yalnız güvenlik tedbirlerinin uygulanmasının gerektiği konusudur. Bu kapsamda, güvenlik tedbirlerinin uygulanması bakımından dört türlü uygulama düşünülebilir.[27]
A. Tek yaptırım sistemi
Suç karşılığı ceza veya güvenlik tedbirlerinin uygulanabileceğini kabul etmiş olan sistemlerde, fiil karşılığı cezanın uygulanması gereksiz veya amacın cezanın uygulanması ile elde edilebilmesi imkânsız ise bir tedbir uygulanabilmektedir. Bu sistemi kabul etmiş olan sistemlerde güvenlik tedbiri ya doğrudan doğruya ceza yerine uygulanabilmekte veya tespit edilmiş cezanın yerine geçebilmektedir. Birinci sistem İngiltere ve İsveç’te, ikinci sistemin ise İsviçre’de uygulandığı görülmektedir.[28]
B. İki yaptırımlı sistem
Bu sistem bugünün ceza kanunlarında egemen olan sistemdir. Güvenlik tedbirleri cezanın yanında uygulanabilmektedir. Ancak, önce cezanın mı, yoksa tedbirinin mi uygulanması gerektiği sorusunu kanunlar her iki şekli de kabul ederek cevaplandırmaktadırlar. İsviçre hukukunda güvenlik önlemi önce, daha sonra ceza uygulandığı hâlde, İtalyan hukukunda önce ceza infaz edildikten sonra, önlemin uygulanmasına geçilebilmektedir. Finlandiya hukukunda tehlike gösteren suçlular hakkında önlemin uygulanabilmesi için, cezanın kısmen infaz edilmiş olması şarttır.[29]
C. Ceza ve güvenlik tedbirinin birbirlerinin yerine uygulanabilmesi sistemi
Bu sistem yukarıda belirttiğimiz iki sistem arasında yer alır. Sisteme göre, kusurlu olarak gerçekleştirilen fiil sebebiyle fail için önce ceza tayin edilir, ancak bu cezanın infazının devamı sırasında ceza yerine tedbir ikame edilebildiği gibi, tedbirin uygulandığı süre içinde, istenen amacın elde edilememesi durumunda, cezaya dönülebilmektedir. Sistem eleştirilmiş ve bekleneni vermekten uzak bir sistem olduğu vurgulanmıştır. Birçok hükümlü tedbirin uygulandığı zaman içinde kasdî hareketler yaparak bu tedbirin uygulanmasına muhalefet etmekte, daha kısa olan cezanın infazını istemektedirler.[30]
D. Başka bir isimde müeyyide uygulanması
Bu sistemde ise ceza ve güvenlik tedbiri kavramları kaldırılarak, bunların yerine başka isimde bir müeyyide kullanılır.
Konu doktrinde çok tartışılmıştır. Pozitivist doktrin, suçla savaş bakımından cezaların elverişsizliğinin anlaşılmış olduğunu iddia ile bunlar yerine tamamıyla sosyal savunma tedbirlerinin konulmasını önermiştir. 5 Mart 1954 tarihli Groenland Kanunu cezaları bertaraf ederek, sadece güvenlik tedbirlerini müeyyide olarak uygulamaktadır. Yine sosyal savunma doktrini bir tek müeyyideyi öngörmekte ve buna “sosyal savunma tedbiri” adını vermektedir.[31]
Aksi fikre göre ise geleneksel ceza müessesesinin çağdaş bilimin gerçekleştirdiği değişikliklerle muhafaza edilmesi gereklidir; cezanın suçla savaş bakımından elverişsizliğinden değil ve fakat sadece diğer müeyyidelerle tamamlanması gereğinden söz edilebilir. Suç karşılığı olarak ceza gerekli, yararlı ve elverişlidir; Ancak bu müeyyideyi uygulamada güvenlik tedbirleri ile tamamlamak gerekir. Güvenlik tedbirleriyle cezaların birleştirilmesi problemi kongrelerde de tartışma konusu olmuştur.
Mukayeseli mevzuat, genel olarak, cezalar ile güvenlik tedbirleri arasındaki nitelik farklarını kabul etmek suretiyle ikinci sistemi yani cezalarla güvenlik tedbirlerini birlikte uygulamaktadır. Buna “dualist sistem” veya “çift şeritlilik sistemi” de denilmektedir. Mevzuatın çoğunluğu ceza ve güvenlik tedbirlerini birbirinden sonra ayrı ayrı uygulamaktadırlar. 1930 İtalyan Ceza Kanunu ve Fransız mevzuatı bu sisteme örnek gösterilebilir.
İkinci bir uygulama biçimi ise hâkime yetki tanıyarak, gerektiğinde cezaların güvenlik tedbirlerine çevrilmesini kabul etmektedir. Bu tip mevzuata örnek olarak, İsviçre Ceza Kanunu verilebilir. 1930 tarihli Belçika Sosyal Savunma Kanunu ile 1933 tarihli Danimarka Ceza Kanunu ve 1948 tarihli İngiliz Criminal Justice Act da aynı esası benimsemiştir.[32]
Üçüncü bir grup mevzuat, cezalar ve güvenlik tedbirleri arasındaki ikiliği kaldırmakta ve tek bir müeyyideyi benimsemektedir. 1936 tarihli Kolombiya, 1933 tarihli Meksika ve Uruguay, 1934 tarihli Groenland Ceza kanunları bu kapsamda örnek olarak gösterilebilir.[33]
“Yeni sosyal savunma doktrini”nin önerdiği sistemi uygulayan bir ülke bulunmamaktadır.
Sonuç olarak cezalar ve güvenlik tedbirleri günümüzde gittikçe biraz daha fazla birbirlerine yaklaşmaktadır. Cezanın kefaret teşkil edici özelliği günümüzde oldukça kaybolduğundan ve gittikçe uslandırma ve önlemeye yönelindiğinden güvenlik tedbirlerinin önemi daha da açığa çıkmaktadır. Ceza ve güvenlik tedbirlerinin uygulanabilmesi için, bir suçun varlığı ve sabit olması, her iki müeyyide için kanunîlik ilkesinin geçerliliği, eşitlik, şahsilik, kişiliğe saygı ve yargısal usullere göre uygulanmaları gerektiğinden birbirlerine çok yaklaşmaktadırlar.[34]
IX. Hukuk sistemimizdeki güvenlik tedbirleri
1 Haziran 2005 tarihine kadar işlenen suçlar açısından uygulaması devam edecek olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu, İtalyan Ceza Kanunundan alınmış olduğundan, güvenlik tedbirleri de sistemli bir şekilde düzenlenmemiştir. Buna rağmen, bazı kurumların güvenlik tedbirleri kapsamında değerlendirilebilmesi mümkündü.[35]
Hukuk sistemimizde mevcut olan güvenlik tedbirlerini bazı başlıklar altında inceleyebiliriz. Burada özellikle 1 Haziran 2005 tarihine kadar yürürlüğü sürecek olan 647, 2253 ve 765 sayılı kanunlar yönünden konunun incelenmesinde fayda görüyoruz.
A. 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanundaki düzenlemeler
Bunlar kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların yerine uygulanabilecek tedbirlerdir. 647 sayılı Kanunun 4’üncü maddesinin (2) ilâ (5) numaralı bentlerinde gösterilen müeyyideleri güvenlik tedbiri olarak kabul edebiliriz. Buna göre, kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezalar, suçlunun kişiliğine göre, aynen iade veya tazmine, altı ayı geçmemek üzere bir eğitim veya ıslah kurumuna devam etmeye, bir yılı geçmemek üzere muayyen bir yere gitmekten, bazı faaliyetleri veya meslek ve sanatı icradan men’e, her çeşit ehliyet ve ruhsatnamenin bir aydan bir yıla kadar geçici olarak geri alınmasına çevrilebilecektir.
B. 2253 sayılı Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanundaki düzenlemeler
2253 sayılı Kanunun 11’inci maddesinin birinci fıkrası gereğince, suç işlediği zaman onbir yaşını bitirmeyen küçüklerin cezaî sorumlulukları yoktur. Aynı maddenin ikinci fıkrasına göre, fiil kanunen bir seneden fazla hapis cezasını veya daha ağır bir cezayı müstelzim ise haklarında 10’uncu maddede yazılı tedbirlerden birinin uygulanacağı ifade edilmiştir.
Küçükler hakkında uygulanacak tedbirler, söz konusu Kanunun 10’uncu maddesinde aşağıdaki şekilde sıralanmıştır:
1.Veliye, vasiye veya bakıp gözetmeyi üzerine alan akrabadan birine teslim,
2. Bakıp gözetmeyi üzerine alan güvenilir bir aile yanına yerleştirme,
3. Bu maksatla kurulmuş çocuk bakım ve yerleştirme yurtlarına veya benzeri resmî yahut özel kurumlara yerleştirme,
4. Genel ve katma bütçeli daireler, mahallî idareler, bankalar, iktisadî devlet teşekkülleri ve bunların ortakları tarafından kurulmuş fabrika, müessese veya ziraat işletmeleri veya benzeri teşekküllerle işyerlerine yahut meslek sahibi bir usta yanına yerleştirme,
5. Resmî veya özel bir hastaneye veya tedavi evine yahut eğitimi güç çocuklara mahsus kurumlara yerleştirme.
Ancak Kanunun 11’inci maddesinin üçüncü fıkrasında, onbir yaşını bitirmemiş küçükler hakkında, veli veya vasi yahut bakmakla yükümlü kişiler tarafında yeterli tedbir alınması halinde, mahkemece diğer tedbirlerin uygulanmayabileceği hükme bağlanmıştır.
Bunun dışında, 2253 sayılı Kanunun 12’nci maddesinin birinci fıkrası gereğince, fiili işlediği tarihte onbir yaşını bitirmiş olmakla beraber onbeş yaşını doldurmamış olan küçükler hakkında 20’nci maddeye göre yapılan inceleme, ceza tertibini gerektirmiyorsa, mahkemece 10’uncu maddede yazılı tedbirlerden birinin uygulanmasına karar verilebilecektir. Bu kapsamdaki küçüklerin temyiz kudretine sahip olup olmadıklarının belirlenmesi, aynı Kanunun 20’nci maddesinin birinci fıkrasında, “Bu Kanunda gösterilen ceza ve tedbirlerin uygulanmasından önce küçüğün işlediği suçun anlam ve sonuçlarını kavrayabilme yönünden bedenî, aklî ve ruhî durumu mütehassıs kimselere tespit ettirilir.” hükmüne göre yaptırılır. Yargıtayın bir kısım içtihatlarında da bu kapsamdaki küçüklerin, temyiz kudretine sahip olsalar bile, haklarında ceza yerine emniyet tedbirinin uygulanabileceğine karar verilmiştir.[36]
Bunun dışında, 13’üncü maddeye göre, fiili işlediği tarihte, şuurunun veya harekatının serbestisini kaldıracak surette akıl hastalığına müptela olduğu anlaşılan çocukların mahkeme tarafından resmî veya özel bir hastaneye yerleştirilmesine karar verilecektir. Buralara yatırılan küçüklerin iyileştiğine dair rapor verilirse çocuk mahkemelerince serbest bırakılacaktır.
C. 765 sayılı Türk Ceza Kanundaki düzenlemeler
1. Sağır ve dilsizler hakkında uygulanacak güvenlik tedbirleri
1 Haziran 2005 tarihine kadar yürürlükte kalacak olan 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 57’nci maddesi uyarınca, fiili işlediği zaman henüz onbeş yaşını bitirmeyen sağır-dilsizler hakkında takibat yapılamayacağı ve bu kişiler hakkında yirmidört yaşına kadar kalmak üzere 53’üncü maddenin ikinci fıkrasındaki hüküm çerçevesinde işlem yapılacağı ifade edilmiştir.
765 sayılı TCK’nın 58’inci maddesinin birinci fıkrasında fiili işlediği zaman onbeş yaşını bitirmiş olan, fakat yaptığı işin neticesini fark ve temyiz ile hareket ettiği anlaşılamayan sağır ve dilsizlere ceza verilemeyeceği, ikinci fıkrasında ise ancak fiil cürüm olup da, bir seneden fazla hapis cezasını veya daha ağır bir cezayı müstelzim bulunduğu takdirde, yirmidört yaşını henüz ikmal etmeyen sağır-dilsiz hakkında yirmidört yaşına kadar kalmak üzere, 53’üncü maddenin ikinci fıkrası hükmünün uygulanacağı, üçüncü fıkrası gereğince ise fail yirmidört yaşını bitirmiş ise mahkeme tarafından hakkında TCK’nın 46’ncı maddesinde gösterilen usul çerçevesinde işlem yapılmak üzere yetkili makama teslim edilmesine karar verilebilecektir.
2. Akıl hastaları hakkında uygulanacak güvenlik tedbirleri
765 sayılı TCK’nın 46’ncı maddesinin birinci fıkrasında, “Fiili işlediği zaman şuurun veya harekâtının serbestisini tamamen kaldıracak surette akıl hastalığına duçar olan kimseye ceza verilemez” hükmüne yer verilmiştir.
Failin tam akıl hastası olduğu tespit edildiğinde aynı maddenin ikinci fıkrası gereğince, bu şahsın muhafaza ve tedavi altına alınmasına hazırlık tahkikatında sulh hâkimi son tahkikatta ise görevli mahkemece karar verilecektir. Üçüncü fıkrada ise muhafaza ve tedavi altında bulundurma müddetinin şifa bulana kadar devam edeceği, faile isnat edilen suçun ağır hapis cezasını gerektiren bir suç olması halinde bu müddetin bir yıldan az olamayacağı hükme bağlanmıştır. Maddenin dördüncü fıkrası gereğince, muayene ve tedavi olunan şahıs, muayene ve tedavinin yapıldığı kurumun sağlık kurulunca, iyileştiğine dair verilecek rapor üzerine aynı mahkeme tarafından serbest bırakılacaktır. Beşinci ve izleyen fıkralarda ise belirli periyotlarla kontrol altında tutulma şartı sağlık kurulunca verilen raporla getirilmiş ise bu kontrolün ne şekilde yaptırılacağı ve gerekmesi halinde yeniden “muhafaza ve tedavi” altına alınmanın gerçekleştirilmesine ilişkin hükümler getirilmiştir .[37]
3. Alkol ve uyuşturucu madde müptelâları hakkında uygulanacak güvenlik tedbirleri
Alkol ve uyuşturucu madde kullanmayı iptila haline getirmiş olan kişiler hakkında belirli tedbirlerin alınması çağdaş ceza hukukunda kabul görmüş bir ilkedir.[38]
Ceza kanunları alkol ve uyuşturucu madde müptelalarının içki veya uyuşturucu maddenin etkisi altında bulundukları sırada gerçekleştirdikleri suçlardan dolayı haklarında o suça ilişkin cezanın tatbiki yanında, suçluların bu bağımlılıktan kurtulabilmelerini sağlayacak tedavi tedbirlerinin uygulanmasını öngörmektedir. Bu gibi durumlarda hapis cezasının yerine, suç işleyen şahıs hakkında sadece güvenlik tedbiri uygulanabileceğini kabul eden sistemler de mevcuttur.[39]
765 sayılı TCK sistemine göre, uyuşturucu maddelerin veya alkollü içkilerin etkisi altında suç işlenmesi halinde, bu durum cezaî sorumluluğa etkili değildir. Ancak, 404’üncü maddede, bu maddenin kapsadığı belirli suçları işleyen kişiler hakkında tedbir alınması öngörülmüştür.
TCK’nın 404’üncü maddesinin (4) numaralı bendinde “uyuşturucu maddeleri kullanan kimselerin alışkanlığı iptilâ derecesinde ise salâhı tıbben anlaşılıncaya kadar bir hastanede muhafaza ve tedavisine hükmolunur. Bu kimselerin hastanede muhafaza ve tedavilerine, yetkili mahkemece tahkikatın her safhasında da karar verilebilir” hükmüne yer verilmiştir.
Böylece, Kanun uyuşturucu madde kullanma suçlarını gerçekleş-tirenlerin bu maddelere olan alışkanlıklarının iptilâ derecesinde olması halinde, bu kişiler hakkında tedbir uygulanmasını kabul etmiştir.[40]
Öte yandan, sarhoşlukta kullanımı iptila derecesine vardırmış olanlar hakkında güvenlik tedbirlerinin uygulanabilmesi için bulunması gereken şartlar ve süresi TCK’nın 573’üncü maddesinde düzenlenmiştir.
TCK’nın 573’üncü maddesinde “ Sarhoşlukta itiyadı iptilâ derecesine varmış olanların salâhı tıbben tebeyyün edinceye kadar bir hastanede muhafaza ve tedavisine hükmolunur. Mahkum, hastane olmayan yerlerde ise hastane bulunan yere gönderilir” hükmü yer almaktadır.
Böylece 573’üncü maddede belirtilen tedbirin uygulanması için failin 571 veya 572’nci maddelerin belirttiği suçu işlemiş ve sarhoşlukta itiyadi iptilâ derecesine getirmiş bulunması gerekir. Tedbir, iyileşmenin gerçekleştiğinin kabulüne kadar devam edip, sonunda yatırıldığı kurumdan serbest bırakılır.[41]
4. Zorunlu müsadere
765 sayılı Türk Ceza Kanununun 36’ncı maddesinin ikinci fıkrasında, “Kullanılması, yapılması, taşınması, bulundurulması ve satılması cürüm veya kabahat teşkil eden eşya bir ceza mahkumiyeti olmasa ve faile ait bulunmasa bile mutlaka zapt ve müsadere olunur.” hükmüne yer verilmiştir. Bu suretle, belirli eşyanın mahkûmiyet olmasa bile müsaderesini öngören bu hükmün bir güvenlik tedbiri niteliğinde olduğu kabul edilmektedir. Maddenin ikinci fıkrasındaki eşya müsaderesinde, bu malların herhangi bir suçluya ait olması şartı aranmamaktadır. Ayrıca bu fıkra kapsamındaki malın, belirli bir kimseye ait olması halinde de, bu malın müsaderesi için mal sahibinin mahkûm olması şartı aranmaz. Bunun dışında, isnat yeteneği olmayan küçükler ve akıl hastalarına ait eşyaların da bu kapsamdaki müsadereye tabi olduğu söylenebilir.[42]
D. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunundaki düzenlemeler
26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı TCK’nın Birinci Kitap, Üçüncü Kısım, İkinci Bölümünde “Güvenlik Tedbirleri” başlığı altında 53 ilâ 60’ncı maddelerinde güvenlik tedbirleri düzenlenmiştir.
Bu tedbirler aşağıdaki şekilde sıralanabilir:
1. Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakma
a. Genel olarak
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 53’üncü maddesinde,
“(1) Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak;
a. Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tabi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten,
b. Seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer siyasi hakları kullanmaktan,
c. Velayet hakkından; vesayet veya kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan,
d. Vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif ve siyasi parti tüzel kişiliklerinin yöneticisi veya denetçisi olmaktan,
e. Bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tabi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten,
Yoksun bırakılır.
(2) Kişi, işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar bu hakları kullanamaz.
(3) Mahkûm olduğu hapis cezası ertelenen veya koşullu salıverilen hükümlünün kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından yukarıdaki fıkralar hükümleri uygulanmaz. Mahkûm olduğu hapis cezası ertelenen hükümlü hakkında birinci fıkranın (e) bendinde söz konusu edilen hak yoksunluğunun uygulanmamasına karar verilebilir.
(4) Kısa süreli hapis cezası ertelenmiş veya fiili işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında birinci fıkra hükmü uygulanmaz.
(5) Birinci fıkrada sayılan hak ve yetkilerden birinin kötüye kullanılması suretiyle işlenen suçlar dolayısıyla hapis cezasına mahkûmiyet halinde, ayrıca, cezanın infazından sonra işlemek üzere, hükmolunan cezanın yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verilir. Bu hak ve yetkilerden birinin kötüye kullanılması suretiyle işlenen suçlar dolayısıyla sadece adlî para cezasına mahkûmiyet halinde, hükümde belirtilen gün sayısının yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verilir. Hükmün kesinleşmesiyle icraya konan yasaklama ile ilgili süre, adlî para cezasının tamamen infazından itibaren işlemeye başlar.
(6) Belli bir meslek veya sanatın ya da trafik düzeninin gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla işlenen taksirli suçtan mahkûmiyet halinde, üç aydan az ve üç yıldan fazla olmamak üzere, bu meslek veya sanatın icrasının yasaklanmasına ya da sürücü belgesinin geri alınmasına karar verilebilir. Yasaklama ve geri alma hükmün kesinleşmesiyle yürürlüğe girer ve süre, cezanın tümüyle infazından itibaren işlemeye başlar.” hükmü yer almaktadır.
İşlediği suç dolayısıyla toplumda kişiye karşı duyulan güven sarsılmaktadır. Bu nedenle, suçlu kişi özellikle güven ilişkisinin varlığını gerekli kılan belli haklarını kullanmaktan yoksun bırakılmaktadır. Madde metninde, işlediği suç dolayısıyla kişinin hangi hakları kullanmaktan yoksun bırakılacağı konusu düzenlenmiştir.
Ancak, bu hak yoksunluğu süresiz değildir. Cezalandırılmakla güdülen asıl amaç, işlediği suçtan dolayı kişinin etkin pişmanlık duymasını sağlayıp tekrar topluma kazandırılması olduğuna göre, suça bağlı hak yoksunluklarının da belli bir süreyle sınırlandırılmıştır. Bu nedenle, maddede söz konusu hak yoksunluklarının mahkûm olunan cezanın infazı tamamlanıncaya kadar devam etmesi öngörülmüştür. Böylece, kişi mahkûm olduğu cezanın infazının gereklerine uygun davranarak bunun tamamlanmasıyla kendisinin tekrar güven duyulan bir kişi olduğu konusunda topluma da bir mesaj vermektedir. Bu bakımdan hak yoksunluklarının en geç cezanın infazının tamamlanması aşamasına kadar devam etmesi, suç ve ceza politikasıyla güdülen amaçlara daha uygun düşmektedir.
Bu sistemde süresiz bir hak yoksunluğu söz konusu olmadığı için, yasaklanmış hakların geri verilmesinden artık söz edilemeyecektir.[43]
b. Mahkûmiyetin kanunî sonucu olarak bir haktan yoksun bırakılma halleri
1. Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden yoksun bırakılması,
2. Seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer siyasî haklardan yoksun bırakılma,
3. Velâyet hakkından, vesayet veya kayyımlığa ait bir hizmetten yoksun bırakılma,
4. Vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif veya siyasî parti tüzel kişiliklerinin yönetici veya denetçisi olmaktan yoksun bırakılma,
5. Meslek ve sanatı icra etmekten yoksun bırakılma.
c. Uygulama usulü
Mahkûm olduğu hapis cezası ertelenen veya koşullu salıverilen hükümlü kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkilerini kullanabilecektir. Ayrıca, kısa süreli hapis cezası ertelenmiş veya fiili işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında mahkûm oldukları cezaya bağlı herhangi bir hak yoksunluğu olmayacaktır.
Belli bir hak ve yetkinin kötüye kullanılması suretiyle işlenen kasıtlı suçlar dolayısıyla mahkûmiyet hâlinde, mahkûm olunan cezanın infazından sonra da etkili olmak üzere bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına ayrıca hükmedilmesi öngörülmüştür. Bu durumda mahkemenin belli bir hak ve yetkiyle ilgili olarak vereceği yasaklama kararı bir güvenlik tedbiri niteliği taşımaktadır.
Belli bir meslek veya sanatın ya da trafik düzeninin gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla işlenen taksirli suçtan mahkûmiyet hâlinde, yine güvenlik tedbiri olarak, belli bir süre için bu meslek veya sanatın icrasının yasaklanmasına ya da sürücü belgesinin geri alınmasına karar verilebilecektir.[44]
2.Eşya müsaderesi
a. Genel olarak
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 54’üncü maddesinde,
“(1) İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir.
(2) Birinci fıkra kapsamına giren eşyanın, ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkansız kılınması halinde; bu eşyanın değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir.
(3) Suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsaderesine hükmedilmeyebilir.
(4) Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir.
(5) Bir şeyin sadece bazı kısımlarının müsaderesi gerektiğinde, tümüne zarar verilmeksizin bu kısmı ayırmak olanaklı ise sadece bu kısmın müsaderesine karar verilir.
(6) Birden fazla kişinin paydaş olduğu eşya ile ilgili olarak, sadece suça iştirak eden kişinin payının müsaderesine hükmolunur.” hükmüne yer verilmiştir
Suç ile doğrudan doğruya ilişki içinde olan, suçta kullanılan, kullanılmak üzere hazırlanan veya suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesi mümkündür. Özel müsadere karşısında bir de genel müsadere vardır ki, suç failinin bütün malları müsadere edilebilmektedir. Modern ceza hukuku genel müsadereye yer vermemektedir. Nitekim 1982 Anayasasının 38’inci maddesinde de “genel müsadere cezası verilemez” ifadesiyle, aynı hüküm vurgulanmıştır.
b. Hukukî niteliği
Eski tarihli kanunların müsadereyi bir ek ceza olarak kabul ettikleri, geçen yüzyılın, özellikle ilk çeyrek döneminden sonra yapılan kanunlarda ise müsaderenin bir önlem olarak düzenlenmekte olduğu görülmektedir. Bu genel görünüşe rağmen müsaderenin hukukî niteliği tartışmalıdır. Bu konuda bir yazar müsadere için “ceza teorilerinin en fazla ızdırap veren çocuğu” deyimini kullanmıştır. Müsaderenin hukukî niteliğinin kanun koyucu tarafından belirtilmek istenmediği, bunun tespitinin uygulama ve doktrine bırakılmış olduğu görüşüne de rastlanmaktadır.
Yabancı kanunlar müsadereyi değişik yerlerde ve şartlar içinde tespit ettikleri için, doktrinde bu kurumun niteliği ile ilgili yapılmış olan açıklamaların ihtiyatla kaydedilmesi gerekir. Romanya, Yunanistan, Yugoslavya ve Almanya’da olduğu gibi, bir grup kanun müsadereyi önlemler kısmında gösterir. Küba ve Hollanda örneklerinde ise müsadere “ek ceza” olarak, Danimarka uygulamasında “suçun diğer sonuçları”, İsviçre’de “diğer önlemler”, Avusturya’da “cezalar ve önlemler”, Arjantin’de ise “ceza” şeklinde belirten kanunlar da vardır. Hatta bir ayrım yapmak suretiyle müsaderenin bazı şartlarda ceza, bazı şartlarda ise önlem olduğuna yer veren kanunlara da rastlanmaktadır. Bu farklı yaklaşımlar doktrindeki görüşlere de yansımaktadır. Bazı yazarlarca müsadere bir ceza olarak görüldüğü halde bir kısım yazarlar müsadereyi bazen ceza, bazen tedbir olarak, bazıları ise müsadereyi önlem olarak görmektedirler. Bu son gruba girenler hangi hallerde ceza ve hangi hallerde tedbir olduğu konusunda ortak bir noktada birleşememişlerdir. Bu grup taraftarlarınca müsadere bağımız olarak uygulandığı hallerde bir önlem, mahkumiyet hâlinde uygulandığı durumlarda kanunî neticedir. Bu konudaki kıstası müsadereye tâbi olan eşyanın aidiyetinde gören yazarlar da mevcuttur. Buna göre, eşya suça katılanlardan birisine ait veya bunların dışında herhangi kimseye ait değilse, müsadere bir cezadır. Buna karşılık suça katılanlara ait olmasa dahi, müsadereye tâbi olması bu kuruma önlem niteliği kazandırır, görüşünü savunanlarda bulunmaktadır.
İtalyan hukuku, müsadereyi bir önlem olarak görmekle beraber İtalyan doktrininde konu hâlen tartışılmaktadır.[45]
Müsaderenin hukukî niteliği hakkında hukukumuzda tam bir birlik olmadığı bilinmektedir. Ceza olduğunu kabul edenlerin yanı sıra, bu kurumu bir önlem olarak görenler de vardır. Genellikle (Brezilya Kanununda olduğu gibi) eşyanın müsaderesinin mahkûmiyet, suça katılanlara ait olması, suçta kullanılmak üzere hazırlanmış olması veya suçta kullanılması veya suçtan doğması şartları karşısında müsadereyi bir ceza olarak kabul edenler olduğu gibi, bütün bu şartlara rağmen bu kurumun bir önlem olduğu fikrinin de açıklandığı görülmektedir. 765 sayılı TCK’da gerçekleştirilen değişiklikler karşısında (özellikle md 119) ve yüksek mahkememizin 1982 yılında verdiği ve müsaderenin bir ceza olmayıp, bir önlem olduğunu açıkladığı kararında, ülkemiz bakımından müsaderenin bir “önlem” olarak kabulüne yönelik akım kuvvetlenmektedir. Gerçekten, yüksek mahkemenin bir kararında, ceza sorumluluğu olmayan küçükler hakkında da zoralıma TCK’nın 36/1’inci maddesinin uygulanabileceğini belirtmiş olması ve mahkûmiyet şartını aramaması ilginçtir.[46] Her ne kadar bu karara genel kurul üyelerinden bazıları karşı oy kullanmışlarsa da, bugünkü gelişimin zoralımı bir önlem olarak görmeye yatkın olduğu söylenebilir. Bu karar aynı zamanda bir içtihat değişikliliğini de göstermektedir. Yüksek mahkemenin daha önceki kararlarında, ceza sorumluluğu olmayan küçüklere ait eşyanın müsaderesinin mümkün olmayacağını belirtmişti. Bundan başka, ön ödemenin düzenlendiği TCK’nın 119’uncu maddesinin sekizinci fıkrası, ön ödemenin müsadereye ilişkin hükümlerin uygulanabilmesine bir engel teşkil etmeyeceğini açıkça göstermektedir.
c. Eşya müsaderesinin esas ve usullerinde yeni TCK’nın kabul ettiği sistem
1. Eşya müsaderesinin hukukî niteliği
5237 sayılı TCK ile getirilen temel değişiklik, müsaderenin hukukî niteliğinin bir güvenlik tedbiri olduğunun kabul edilmesidir. İşte bu nedenledir ki, müsadereye hükmedilmesi için bir suçun işlenmesi zorunlu olmakla birlikte, bu suçtan dolayı bir kimsenin cezaya mahkûm edilmesi gerekmemektedir. Örneğin suç işlenmesinde kullanılan tehlikeli eşya, bunu kullanan fail çocuk veya akıl hastası olması nedeniyle cezalandırılamasa dahi, müsaderesine hükmedilebilecektir.
2. Eşya müsaderesinin koşulları
Eşya müsaderesi yeni TCK’nın 54’üncü maddesinde düzenlenmiş olup, bu tedbirin uygulanması bazı kuralların ve esasların gerçekleşmesine tâbi kılınmıştır.
a. Eşya iyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamalıdır (yeni TCK md. 54/1)
Müsaderenin Anayasada yer alan mülkiyet hakkını zedelememesi için, suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen eşyanın müsaderesine karar verileceği kabul edilmiştir. Ancak, bunun için, eşyanın iyiniyetli üçüncü kişilere ait olmaması gerekir. Başka bir deyişle, kişinin suçun işlenmesine iştirak etmemesi, suçun işlenişinden haberdar olmaması durumunda, sahibi bulunduğu eşya bir suçun işlenmesinde kullanılmış olsa bile, müsadere edilmeyecektir.[47]
b. Suç kasıtlı bir suç olmalıdır.
c. Bu suçun; işlenmesine tahsis edilen ya da işlenmesinde kullanılan ya da bu suçtan meydana gelen eşya olmalıdır.
Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanmış olan eşya ise suçun icra hareketlerine henüz başlanmamış ise sadece bu nedenle müsadere edilemeyecektir. Ancak bu eşyanın niteliği itibarıyla kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlâk açısından tehlikeli olması durumunda müsaderesine hükmedilecektir.
Ancak, müsadere konusu eşyanın ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkânsız kılınması hâlinde; bunun değeri kadar para tutarının müsaderesine hükmedilecektir. (yeni TCK md. 54/2).
d. Müsadere “orantılılık kuralı”na uygun olmalıdır (yeni TCK md. 54/3.)
Müsaderenin koşullarından birisi de, müsaderenin orantılılık kuralına uygun olmasıdır. Buna göre, suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsaderesine hükmedilmeyecektir.
Burada nazara alınması gereken konu şudur. Orantılılık kuralının tatbiki yeni TCK md. 54/3’de kullanılan “suçta kullanılan eşyanın” ibaresi karşısında yeni TCK md. 54/1’de sayılan diğer müsadere halleri için mümkün olmayacaktır.[48]
3. Zorunlu müsadere (yeni TCK md. 54/4)
Zorunlu müsadere hükmü, ”yasak eşyalar” için gerekli olan bir düzenlemedir. Buna göre, üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşyanın, her hâlde müsaderesine hükmolunacaktır.
4. Kısmî müsadere (yeni TCK md. 54/5)
Bir şeyin sadece bazı kısımlarının müsaderesi gerektiğinde, tümüne zarar verilmeksizin bir kısmını ayırmak olanaklı ise sadece bu kısmının müsaderesine karar verilir.
Örneğin, gümrük mevzuatına göre ithal edilen elektronik eşyaların bazılarının beyana aykırı değerlerinin uygun olduğu tespit edilebiliyorsa, bu eşyanın iç piyasa için önemli olması hâlinde, mevzuata aykırı kısım ayrılarak müsadere edilebilir.
5. Pay müsaderesi (yeni TCK md. 54/6)
Birden fazla kişinin paydaş olduğu eşya ile ilgili olarak, sadece suça iştirak eden kişinin payı müsadere edilir.
3. Kazanç müsaderesi
Yeni TCK’nın 55’inci maddesinde,
“(1) Suçun işlenmesi ile elde edilen veya suçun konusunu oluşturan ya da suçun işlenmesi için sağlanan maddî menfaatler ile, bunların değerlendirilmesi veya dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik kazançların müsaderesine karar verilir. Bu fıkra hükmüne göre müsadere kararı verilebilmesi için, maddî menfaatin suçun mağduruna iade edilememesi gerekir.
(2) Müsadere konusu eşya veya maddî menfaatlere elkonulamadığı veya bunların merciine teslim edilmediği hâllerde, bunların karşılığını oluşturan değerlerin müsaderesine hükmedilir” hükmü getirilmiştir.
Yeni TCK’nın 55’inci maddesi ile ceza hukukuna “kazanç müsaderesi” adı altında yeni bir müsadere şekli dahil edilmiş bulunmaktadır.
Bilindiği gibi özellikle ekonomik mafya tipi organize suçlarda, suçtan elde edilen kazançta bir nevi bu örgütlerin gelir kaynaklarını oluşturmaktadır. Suç işlemek yoluyla kazanç elde edilmesini engelleyecek etkin bir yaptırım şekli “kazanç müsaderesi”dir.
Bu düzenleme ile güdülen temel amaç, suç işlemek yoluyla kazanç elde edilmesinin önüne geçilmesidir. Bu nedenle kazanç müsaderesi kapsamlı bir biçimde düzenlenmiş ve suç işlemek suretiyle veya suç işlemek dolayısıyla elde edilen ekonomik kazançların müsaderesi olanaklı hale getirilmiştir. Böylece, kazanç müsaderesi, “karapara aklama”, uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti, dolandırıcılık, kaçakçılık, ihaleye fesat karıştırma gibi ekonomik çıkar elde etme amacıyla işlenen suçlara karşı etkin biçimde caydırıcılık özelliği olan bir yaptırım niteliğine kavuşturulmuştur. Bu hükmün uygulanmasında mağdurun ve iyi niyetli üçüncü kişilerin hakları korunacak, bunlara ait maddî değerler kazanç müsaderesine tâbi tutulmayacaktır.
Diğer bir yenilik, kaim değerin müsaderesidir. Buna göre, müsadere konusu ekonomik değerin harcama, imha, tüketme gibi hareketlerle müsaderesinin imkansız kılınması hâlinde, karşılığı para tutarının müsaderesine karar verilecektir.[49]
4. Çocuklara özgü güvenlik tedbirleri
Yeni TCK’nın 51’inci maddesinin birinci fıkrasında fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmamış çocuklar hakkında; ikinci fıkrasında oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanların işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamamaları veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması hâlinde haklarında çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanacağı öngörülmüştür.
Yeni TCK’nın 56’ncı maddesi ile de çocuklara özgü güvenlik tedbirlerinin neler olduğu ve ne suretle uygulanacaklarının çocuklarla ilgili kanunda gösterileceği hükme bağlanmıştır. Bu Kanunun yürürlüğe girmesine kadar veya bu konuda yasal bir düzenleme yapılıncaya kadar, 2253 sayılı Kanunun 10 ve 11’inci madde hükümleri dikkate alınmalıdır.[50]
5. Akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirleri
a. Genel olarak
Yeni TCK’nın akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirlerini düzenleyen 57’nci maddesinde,
(1) Fiili işlediği sırada akıl hastası olan kişi hakkında, koruma ve tedavi amaçlı olarak güvenlik tedbirine hükmedilir. Hakkında güvenlik tedbirine hükmedilen akıl hastaları, yüksek güvenlikli sağlık kurumlarında koruma ve tedavi altına alınırlar.
(2) Hakkında güvenlik tedbirine hükmedilmiş olan akıl hastası, yerleştirildiği kurumun sağlık kurulunca düzenlenen raporda toplum açısından tehlikeliliğinin ortadan kalktığının veya önemli ölçüde azaldığının belirtilmesi üzerine mahkeme veya hâkim kararıyla serbest bırakılabilir.
(3) Sağlık kurulu raporunda, akıl hastalığının ve işlenen fiilin niteliğine göre, güvenlik bakımından kişinin tıbbî kontrol ve takibinin gerekip gerekmediği, gerekiyor ise bunun süre ve aralıkları belirtilir.
(4) Tıbbî kontrol ve takip, raporda gösterilen süre ve aralıklarla, Cumhuriyet savcılığınca bu kişilerin teknik donanımı ve yetkili uzmanı olan sağlık kuruluşuna gönderilmeleri ile sağlanır.
(5) Tıbbî kontrol ve takipte, kişinin akıl hastalığı itibarıyla toplum açısından tehlikeliliğinin arttığı anlaşıldığında, hazırlanan rapora dayanılarak, yeniden koruma ve tedavi amaçlı olarak güvenlik tedbirine hükmedilir. Bu durumda, bir ve devamı fıkralarda belirlenen işlemler tekrarlanır.
(6) İşlediği fiille ilgili olarak hastalığı yüzünden davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişi hakkında birinci ve ikinci fıkra hükümlerine göre yerleştirildiği yüksek güvenlikli sağlık kuruluşunda düzenlenen kurul raporu üzerine, mahkûm olduğu hapis cezası, süresi aynı kalmak koşuluyla, kısmen veya tamamen, mahkeme kararıyla akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir.
(7) Suç işleyen alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlısı kişilerin, güvenlik tedbiri olarak, alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlılarına özgü sağlık kuruluşunda tedavi altına alınmasına karar verilir. Bu kişilerin tedavisi, alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlılığından kurtulmalarına kadar devam eder. Bu kişiler, yerleştirildiği kurumun sağlık kurulunca bu yönde düzenlenecek rapor üzerine mahkeme veya hâkim kararıyla serbest bırakılabilir.” hükmüne yer verilmiştir.
Suç işleyen akıl hastaları, kanun koyucu açısından çok nazik bir problem ortaya çıkarmakta olup, hâkim, yaptırım ile tıbbî tedavi arasında karar vermek durumunda kalmaktadır. Örneğin Fransa’da tedavi amacına yönelik infaz kurumları bulunmaktadır. Burada kendine özgü yapısı nedeniyle İngiliz hukuku üzerinde durmak gerekir. İngiltere’de hâkim akıl hastasının hastaneye yatırılmasına karar verebilir. Bu karar, 1983 tarihli Akıl Sağlığı Kanununun öngördüğü koşullarda alınabilir. Bunlar; suçun hapis cezasını gerektirmesi, aklî dengesizliğin en az iki hekimin beyanı ile sabit olması, sanığın suçlu olarak kabul edilmesi, hastaneye yatırmanın zorunlu olması ve yararlı etki yapacağının düşünülebilmesidir. Hastaneye yatırma, artık başka bir yaptırım uygulamasını engeller. Bu halde hâkim, kişinin oniki hafta süre ile hastaneye yatırılmasını içeren bir ara karar verebilir. Bu süre fiilen çok uzundur, çünkü ancak altı ay sonunda sona ermektedir.[51]
Bu sürenin iki istisnası vardır. İlki, kişinin süresinin bitiminden önce dışarıya çıkma izninden yararlanabilmesidir. İkincisi ise sürenin dolması hâlinde, önce bir altı ay, zorunlu ise bir yıl uzatılabilmesidir. Bütün bu hallerde hastaneye yatırma emri, sınırlandırıcı bir emirle tamamlanabilir. Buradan çıkış, ancak bakanın onayı ile mümkündür. Bakan, hastayı, koşullu veya koşulsuz her zaman serbest bırakabilir.
İngiltere’de hâkim, gözetim altında serbestliği mümkün kılan psikiyatrik bir emir verebilir. Bu emir, genelde, hastaneye yatırma şeklinde verilmektedir. Bu konuda, suçlunun rızası zorunlu olup, doktorun, söz konusu tekniğin kişiyi tedavi yönünden yeterli olduğu, hastaneye yatırmanın gerekmediği hususundaki raporu üzerine karar verebilir. Böyle bir durumda tedavi, uzmanlaşmış bir hastane dışında ilgilinin kendi evinde ve doktorun idaresi çerçevesinde gerçekleştirilir.
Tıbbî organize edilmiş tedavi kurumu, her şeyden evvel, isnat yeteneğinin bulunmadığı durumlarda suçlarını işledikleri ve serbest bırakılmaları sorumluluk açısından yerinde olmayan suçluların güvenlik altına alınması anlamına sahiptir. (Alman İnfaz K. md. 138.)
Bu fark vasıtasıyla, psikiyatri hastaneleri gibi bağımlılık konumlarını da her şeyden evvel saf adalet infazı olarak diğer görevlerin idrak edilmesini gerektirir. Bununla birlikte, onların bu kurumlara yerleştirilmeleri önemli bir görevdir ve İsviçre ile Hollanda’nın aksine özel hastanelere nakledilmezler.
Mahpusların birlikte barındırılmaları hâlinde, buranın yeterli düzeyde olması gerekir. Simon-Heroid/Avusturya (2.2.1971, 4340/6938) davasında Avrupa İnsan Hakları Komisyonunun, bir psikiyatri kısmında bir mahpusun çok sayıda ölümcül hasta veya ölen hastalarla birlikte kalmaları ile ilgili şikayeti yerinde bulmuştur.
b. Yeni TCK’ya göre kabul edilen esaslar
Yeni TCK’nın 57’nci maddesine göre, fiili işlediği sırada akıl hastası olan kişiler, yüksek güvenlikli sağlık kurumlarında koruma ve tedavi altına alınırlar.
Akıl hastaları ile ilgili güvenlik tedbiri açısından belli bir süre öngörülmüş değildir. Bu nedenle, güvenlik tedbiri, akıl hastasının toplum açısından tehlikeliğinin ortadan kalkmasına veya önemli ölçüde azalmasına kadar uygulanmaya devam edilecektir.
Güvenlik tedbirinin süresi açısından asgari bir süre öngörülmemesi, toplum açısından riskli bir düzenleme görünümündedir. Unutulmamalıdır ki, bu kapsamdaki bir şizofrenin sağlık kurulunca düzenlenen raporda toplum açısından tehlikeliliğinin ortadan kalktığının veya önemli ölçüde azaldığının belirtilmesi üzerine ertesi gün mahkemece salıverilmesi mümkün olmaktadır.
İşlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişiye (Alman Ceza Kanununda ehemmiyetli derecede azalmışsa) ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmibeş yıl, müebbet hapis cezası yerine yirmi yıl hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek ceza, altıda birden fazla olmamak üzere indirilebilir.[52]
Alman Ceza Kanunu 21. paragraf (Azaltılmış kusur ehliyeti): Failin fiilinin hukuka aykırılığını anlama veya bu anlayışa göre hareket etme ehliyeti, 20’de gösterilen nedenlerle fiilin icrası sırasında ehemmiyetli derecede azalmışsa ceza 49 fıkra 1’e göre hafifletilir.
Kusur yeteneği tam olarak kalkmamış olmakla birlikte, işlediği fiille ilgili olarak hastalığı yüzünden davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişinin mahkûm olduğu hapis cezasının, akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirine çevrilmesine de olanak tanınmıştır (yeni TCK md. 57/6).[53]
Ceza kanunlarının toplumu koruma işlevi, cezaların genel önleme etkisinden çok akıl hastalığı veya zayıflığı sebebiyle ceza sorumluluğu tamamen veya kısmen kaldırılacak suç faillerine uygulanacak yaptırımın özel önleme etkisi şeklinde kendini göstermektedir. Bu bağlamda, şimdiye kadar açılımı yapılan teorik/normatif yaklaşım sorgulanarak, gerçekte sanığın suçu işleyip işlemediği/suçlu olup olmadığı saptanarak; bu saptama sonrası yaptırım ve tretman türünün (akıl hastanesi mi, cezaevi mi, yoksa her ikisinin birlikte olacağının) belirlenmesi yaklaşımı özellikle ülkemize özgü çoğu sorunları giderebilecek nitelikte görülmektedir.
Keza, suç işleyen alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlısı kişilerin, güvenlik tedbiri olarak, alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlılarına özgü sağlık kuruluşunda tedavi altına alınması ve bu kişilerin tedavisinin, alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlılığından kurtulmalarına kadar devam etmesi öngörülmüştür. Bu kişiler yerleştirildiği kurumun sağlık kurulunca bu yönde düzenlenecek rapor üzerine mahkeme veya hâkim kararıyla serbest bırakılabilir (yeni TCK md. 57/7).[54]
6. Suçta tekerrür ve özel tehlikeli suçlular
a. Genel olarak
Yeni TCK’nın suçta tekerrür ve özel tehlikeli suçlulara ilişkin güvenlik tedbirlerini düzenleyen 58’inci maddesinde,
“(1) Önceden işlenen suçtan dolayı verilen hüküm kesinleştikten sonra yeni bir suçun işlenmesi halinde, tekerrür hükümleri uygulanır. Bunun için cezanın infaz edilmiş olması gerekmez.
(2) Tekerrür hükümleri, önceden işlenen suçtan dolayı;
a. Beş yıldan fazla süreyle hapis cezasına mahkûmiyet halinde, bu cezanın infaz edildiği tarihten itibaren beş yıl,
b. Beş yıl veya daha az süreli hapis ya da adlî para cezasına mahkûmiyet halinde, bu cezanın infaz edildiği tarihten itibaren üç yıl,
Geçtikten sonra işlenen suçlar dolayısıyla uygulanmaz.
(3) Tekerrür halinde, sonraki suça ilişkin kanun maddesinde seçimlik olarak hapis cezası ile adlî para cezası öngörülmüşse, hapis cezasına hükmolunur.
(4) Kasıtlı suçlarla taksirli suçlar ve sırf askerî suçlarla diğer suçlar arasında tekerrür hükümleri uygulanmaz. Kasten öldürme, kasten yaralama, yağma, dolandırıcılık, uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti ile parada veya kıymetli damgada sahtecilik suçları hariç olmak üzere; yabancı ülke mahkemelerinden verilen hükümler tekerrüre esas olmaz.
(5) Fiili işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmamış olan kişilerin işlediği suçlar dolayısıyla tekerrür hükümleri uygulanmaz.
(6) Tekerrür halinde hükmolunan ceza, mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilir. Ayrıca, mükerrir hakkında cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbiri uygulanır.
(7) Mahkûmiyet kararında, hükümlü hakkında mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanacağı belirtilir.
(8) Mükerrirlerin mahkûm olduğu cezanın infazı ile denetimli serbestlik tedbirinin uygulanması, kanunda gösterilen şekilde yapılır.
(9) Mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin, itiyadi suçlu, suçu meslek edinen kişi veya örgüt mensubu suçlu hakkında da uygulanmasına hükmedilir.” hükmüne yer verilmiştir.
b. Tekerrürün artırım nedeni olmaması
Kişinin daha önce işlediği suç nedeniyle belli bir cezaya mahkûm edilmiş olmasına rağmen suç işlemede gösterdiği kararlılıkla toplum açısın dan tehlikeliliğini ifade eden tekerrür, kişi hakkında hükmolunan cezanın infazı sırasında dikkate alınacak bir neden ve hatta, infazdan sonra denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasının nedeni olarak görülmüştür. Bu nedenle, tekerrür dolayısıyla kişinin cezasında artırma yapan sistemden vazgeçilmiştir.
c. Tekerrür hükümlerinin uygulanmasının esas ve usulleri[55]
1. Suçun işlenmiş olması
Yeni TCK’nın 58/1’inci maddesine göre tekerrür hükümlerinin tatbik edilebilmesi için, önceki suçtan verilen hüküm kesinleştikten sonra, “yeni bir suç işlenmesi” aranmaktadır. Bu konuda nazara alınacak önemli bir husus şudur. Tekerrüre mahsus hükümlerin uygulanmasında eski mahkûmiyete ilişkin cezanın infazı aranmayacaktır.
2. Süreli tekerrür sistemi
Muayyen bir sürenin geçmiş olması hâlinde, kanunda yer alan tekerrür hükümleri uygulanamayacaktır. Yeni TCK’nın 58/2’nci maddesine göre;
Tekerrür hükümleri, önceden işlenen suçtan dolayı; beş yıldan fazla süreyle hapis cezasına mahkûmiyet halinde, bu cezanın infaz edildiği tarihten itibaren beş yıl, beş yıl veya daha az süreli hapis ya da adlî para cezasına mahkûmiyet halinde, bu cezanın infaz edildiği tarihten itibaren üç yıl, geçtikten sonra işlenen suçlar dolayısıyla uygulanmayacaktır.
Tekerrür hükümlerinin uygulanabilmesi için, önceki mahkûmiyetin infaz edilmiş olması gerekmemekle birlikte; tekerrüre ilişkin sürelerin işlemeye başlaması bakımından önceki mahkûmiyetin infaz edilmiş olması aranmıştır.[56]
3. Tekerrür halinde seçimlik cezalarda hapis cezası verilmesi zorunluluğu
Yeni TCK’nın 58’inci maddesinin üçüncü fıkrasına göre, tekerrür halinde, sonraki suça ilişkin seçimlik olarak hapis ile adlî para cezası öngörülmüşse, hapis cezasına hükmolunacaktır.
Birinci fıkrada tekerrür hükmünün uygulanması için “cezanın infaz edilmiş olması gerekmez” denilmesine karşın bu fıkrada takdirin kaldırılarak yasama organınca ceza saptanması cezaların bireyselleştirilmesi ilkesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.[57]
4. Belli bazı suçlarda ve yabancı ülke mahkemelerince verilen hükümler, tekerrüre esas olmaz
Yeni TCK’nın 58’inci maddesinin dördüncü fıkrasına göre, kasıtlı suçlarla taksirli suçlar ve sırf askeri suçlarla diğer suçlar arasında tekerrür hükümleri uygulanmaz. Kasten öldürme, kasten yaralama, yağma, dolandırıcılık, uyuşturucu madde imal ve ticareti ile parada veya kıymetli damgada sahtecilik suçları hariç olmak üzere; yabancı ülke mahkemelerinden verilen hükümler tekerrüre esas olmaz.
5. Çocuklara tekerrür hükümleri uygulanmaz
Ülkemizin de taraf olduğu uluslararası sözleşmeler çerçevesinde özellikle son yıllarda çocuk suçlular hakkında uygulanan çağdaş ceza siyaseti düşüncelerine uygun olacak şekilde yeni TCK’nın 58/5’de, fiili işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında tekerrür hükümlerinin uygulanmayacağı belirtilmiştir.
6. Mükerrirlere özgü infaz rejimi ve denetimli serbestlik tedbirinin uygulanması
Tekerrür halinde hükmolunan ceza, mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilir. Ayrıca, mükerrir hakkında cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbiri uygulanır (yeni TCK md. 58/6).
Bu konuda, mahkûmiyet kararında, hükümlü hakkında mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanacağı belirtilir (yeni TCK md. 58/7).
d. Tehlikeli hükümlüler hakkında uygulanacak esaslar ve ilkeler
“Tehlikeli suçlu” kavramı, ceza hukuku ve infaz hukuku, uygulamasında geniş kapsamlı olmasına rağmen, tehlikelilik yapısının tartışmalı muamele görmesi nedeniyle bu kavram çok kere çeşitli ülkelerde ve dönemlerde farklı tanımlanmıştır.
XIX. yüzyılın tehlikeli suçlu etiketi, gençlik, yeri belli olmayan akıl hastaları ve mala yönelik itiyadî suç işleyenleri kapsarken, XX. yüzyılın sonunda bununla batı ülkelerinde şiddet ve cinsel suç failleri, diğer ülkelerde siyasî muhalifler veya ekonomik ve çevre suç failleri düşünülmektedir.[58]
Bir suçlunun tehlikeli olup olmadığı, işlediği suçlara, kişisel profiline yaşam biçimi ve ortamına bakmak suretiyle değerlendirilmektedir. İsveç, Danimarka ve Norveç’de tehlikeli suçlu kavramına yer verilmemiştir. Norveç’te ise “problemli suçlu” ifadesi kullanılmaktadır.[59]
Teröristler, yapılı ve disiplinli örgütlere sahip oldukları için, bunların yeniden örgütleştirilmesinde en önemli nokta, bunlar üzerindeki şartlanmalar ve beyin yıkama faaliyetlerinin engellenmesidir. Yeni TCK md. 58/son’da mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin, itiyadî suçlu, suçu meslek edinen kişi veya örgüt mensubu suçlu hakkında da uygulanabileceği öngörülmüştür.[60]
Hiç kuşkusuz, bu gruptakiler tehlikelilik açısından önem arz ettikleri için öncelikle bunlar hakkında “denetimli serbest tedbiri”ne başvurulmasının kesin olarak düzenlenmesinde isabet olduğu düşünülmekle beraber işlenmekte olan suçun ciddiyeti ve suçlunun kişilik profili göz önüne alınmaksızın bu sıfattaki her hükümlünün bu rejime tabi tutulmasının kriminolojik geçerliliği olmadığı ileri sürülmüştür. Nitekim, Kanada ceza sistemine göre “tehlikeli suçlu” şöyle düzenlenmiştir.
– Kişilere karşı zarar verici şiddet eylemlerinde bulunanlardan,
– Müessir fiil veya öldürücü davranış biçimini itiyat edinenler,
– Cinsel dürtülerini kontrol edemeyenlerin zarar verme olasılığı,
– İşlediği suçun vehameti sebebiyle, gelecekte davranışını kontrol edilmesinin olasılık dışı olması.
Öte yandan, tehlikeli suçlular bakımından, tahliye sonrası denetimli serbestlik rejiminin hükümle beraber saptanması öngörülmesine karşın, bu konuda azamî bir süreye kanunda yer verilmemesi kanunîlik ilkesine aykırı olduğu ifade edilmiştir.
Tehlike hali-suç işleme ihtimaline anlamlı bir boyut kazandırma amacıyla konunun ayrıntılı olarak irdelenmesinde yarar görülmüştür. Psikiyatri uzmanları ve kriminologlarca, geniş kapsamlı araştırmalara dayalı olarak kabul edilen husus, faillerin yeniden suç işlemesini tahmin edebilmenin yüksek derecede kesinlikten yoksun olduğudur. Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) koordinatörlüğünde gerçekleştirilen bir projede altı ülkeye ait verilere dayalı olarak varılan sonuçta, tehlikelilik haline ilişkin tahminlerde bulunacak uzman kişiler arasındaki görüş birliği derecesinin düşük olduğu; psikiyatri uzmanları arasındaki bu uyum derecesinin ise psikiyatri uzmanı olmayan kişiler arasındakilere göre yüksek bulunmadığıdır. Nitekim, haklarında tahmin işlemi yapılan kişilerin dörtte üçü bakımından % 50’sinden daha az bir miktarında mutabakat sağlanabilmiştir. Bu durumda sağlıklı bir tahmin yapabilmek yüzdesi hiçte yüksek değildir.
Bu bağlamda, yeniden suç işleme ihtimalinin varlığını belirlemede en iyi gösterge failin önceki mahkûmiyetlerinin sayısı olacaktır. Halen birkaç sabıkası olan bir kişinin ilerideki suçluluğunu tahmin etmek fazlaca zor olmayacaktır. Bu varsayım özellikle mala karşı suç işlemiş olanlar için geçerlidir. Şiddet ve cinsel suç işlemiş failler bakımından ise psikiyatri uzmanı, önceden çok az veya hiç suç işlememiş kişiler hakkında tahminde bulunmak durumunda kalacaktır. Deneyimler, bu türden tahminlerin doğruluk yüzdesinin 25-30 dan fazla olmadığını göstermektedir. Aynı paralelde, psikiyatri sosyolog, psikolog ve istatistik uzmanının birlikte yaptığı tahminde de tehlikeliliği tahmin edilen üç kişiden yalnızca birinin gerçekte şiddet suçu işlemeye devam ettiği görülmüştür.
Varılan nokta odur ki, mevcut tahmin yöntemleriyle, bir tehlikeli suçlu uğruna en azından iki veya üç tehlikeli olmayan suçlunun da özel bir kurumda “akıl hastanesinde”, muhafaza ve tedavi altında bulundurulması gerekecektir. Bu şekilde de, toplum, gerçekte az sayıda olan “tehlikeli olmayan” kişilerin akıl hastanesinde muhafaza edilmesine rıza göstermek durumunda kalacaktır.
Yeni TCK’nın 58’inci maddesinde İtalyan Ceza Kanunundan esinlenerek “tehlike hali” kavramına yer verilmiştir. Ancak, öntasarıda tehlike halinin tanımına yer verilmemiş, yalnızca, özel tehlike hallerine (mükerrir, itiyadî suçlu, meslekî suçlu, örgütlenmiş suçlu) değinilmiştir. Bu eksikliği bir ölçüde gidermek üzere, İtalyan ceza hukukunun bel kemiğini oluşturan 133’üncü maddesinin alınması yerinde olacaktır. Bu madde hâkime, yalnız cezanın ve güvenlik tedbirinin tatbikinde değil, cezayı artıran veya azaltan sebepler ile suç vasfının takdirinde ve suçluya kanunun tanıdığı yararlardan istifade ettirmek hususlarında takdir yetkisini kullanırken aşağıda yer alan iki unsurun göz önünde bulundurmayı emretmektedir.
1. Fiilin mahiyetinden, fiilde kullanılan vasıtalardan, fiilin işleniş biçiminden, zaman ve mahallinden anlaşılan suçun vahameti;
2. Suçun saiklerinden, suçlunun adlî ve cezaî geçmişinden ve genellikle suçu işleme öncesi, suçu işlediği andaki veya ondan sonraki hareket biçiminden, kişisel, aile veya sosyal yaşamındaki durumundan çıkarılan veya anlaşılan cürüm işleme kabiliyet ve istidadı.[61]
7. Sınır dışı edilme
5237 sayılı yeni TCK’nın 31/3/2005 tarihli ve 5328 sayılı Kanunla değişik 59’uncu maddesine göre, işlediği suç nedeniyle hapis cezasına mahkûm edilen yabancı, koşullu salıverilmeden yararlandıktan ve her halde cezasının infazı tamamlandıktan sonra, durumu sınır dışı işlemleriyle ilgili olarak değerlendirilmek üzere derhal İçişleri Bakanlığına bildirilir.
8. Tüzel kişiler hakkında güvenlik tedbirleri
a. Genel olarak
Yeni TCK’nın 20’nci maddesi gereğince, ceza sorumluluğunun şahsîliği ilkesi kabul edildiğinden, sadece gerçek kişiler yönünden cezaî müeyyideler uygulanabilecektir. Ancak, işlenen suç nedeniyle, özel hukuk tüzel kişileri yönünden güvenlik tedbiri niteliğindeki yaptırımların uygulanmasına bir engel bulunmadığı kabul edilmiştir. Gerçekten 20’nci maddenin ikinci fıkrasında, “Tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımı uygulanamaz. Ancak, suç dolayısıyla kanunda öngörülen güvenlik tedbiri niteliğindeki yaptırımlar saklıdır” hükmü yer almaktadır.
Özel hukuk tüzel kişileri hakkında uygulanacak güvenlik tedbirleri Türk Ceza Kanununun 60’inci maddesinde aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.
“(1) Bir kamu kurumunun verdiği izne dayalı olarak faaliyette bulunan özel hukuk tüzel kişisinin organ veya temsilcilerinin iştirakiyle ve bu iznin verdiği yetkinin kötüye kullanılması suretiyle tüzel kişi yararına işlenen kasıtlı suçlardan mahkûmiyet halinde, iznin iptaline karar verilir.
(2) Müsadere hükümleri, yararına işlenen suçlarda özel hukuk tüzel kişileri hakkında da uygulanır.
(3) Yukarıdaki fıkralar hükümlerinin uygulanmasının işlenen fiile nazaran daha ağır sonuçlar ortaya çıkarabileceği durumlarda, hâkim bu tedbirlere hükmetmeyebilir.
(4) Bu madde hükümleri kanunun ayrıca belirttiği hallerde uygulanır.”
b. Özel hukuk tüzel kişilerinin sorumluluğu
Tüzel kişilerin ceza sorumlulukları konusunda öğretide geleneksel olarak iki ayrı görüş vardır.
1. Birinci kısım yazarlar, tüzel kişilerin suç faili olup olamayacakları konusunu, bunların niteliğini açıklayan teorilere dayanmak suretiyle çözümlemeye çalışmaktadırlar. Böylece hukukî mesele, teorik bir temele dayanılarak çözülmeye çalışılmaktadır.
2. İkinci grup yazarlar ise meseleyi teorilerden ayrı tutarak çözme çabalarındadırlar.
a. Birinci grup yazarlardan “tüzel kişilerin gerçekliği teorisini” benimseyenler, tüzel kişilerin kendilerini oluşturan gerçek kişilerin iradelerinden ayrı, müstakil bir irade ve kişiliğe sahip bulunduklarından ve bu iradenin birleşik bir çoğunluk iradesinden ibaret bulunduğundan hareket ederek, tüzel kişilerin suç faili olabileceklerini ve cezalandırılabileceklerini öne sürmektedirler.
Gerçi tüzel kişilerin faaliyetleri ve hatta varlıkları, tüzükleri veya kendilerini kuran diğer hukukî belgeler ile belirlidir. Fakat bundan tüzel kişilerin suç işlemeyecekleri sonucuna gidilemez. Ayrıca belirli cezalar tüzel kişiler hakkında kolaylıkla uygulanabilir. Söz gelimi para cezaları böyledir. Tüzel kişiler hakkında kolaylıkla uygulanamayacak diğer cezalar hakkında ise eş değerlilik (muadelet) yoluyla diğer bir takım cezaların uygulanması mümkündür. Sözgelimi ölüm cezası yerine tüzel kişiyi feshetmek gibi.
Bu teorinin yandaşlarına göre, tüzel kişilerin cezalandırılmaları cezaların şahsiliği ilkesine de aykırı olmaz: Gerçi bu gibi hallerde cezanın suça karışmamış tüzel kişilerin mensupları üzerinde de dolayısıyla etkisi olursa da bunu, tüzel kişiye girmekle, onun teşkiline katılmakla göze alınmış bir risk saymalıdır; denilmektedir.
b. Bu fikirlere karşılık “tüzel kişilerin faraziliği” teorisinden yana olanlara göre tüzel kişinin bir takım haklara sahip veya borçlarla yükümlü bulunabilmesi, bunların ayrı ve müstakil bir iradeye sahip bulunduklarının kabulüne götüremez. İrade olmayınca kişilik de söz konusu olmaz.
Bu teorinin yandaşlarına göre suç faili olabilmek için gerekli irade ancak gerçek bir kişide bulunabilir. Çünkü kast konusunda açıkladığımız gibi, sorumluluk için failde isteme ehliyeti, yeteneği olmalıdır. Böylece bir irade ise tüzel kişilerde bulunamaz. Bu nedenle daima bir psikolojik araştırmayı gerektiren ceza hukuku ilişkileri bakımından tüzel kişinin suç faili olabilmesine olanak yoktur. Ayrıca çağdaş ceza hukukunda başta gelen kavramlardan birisini oluşturan “tehlike halinin” tüzel kişilerde bulunmayacağı da açıktır. Tüzel kişinin suç faili olması kolektif sorumluluk kavramını yeniden ortaya çıkarmak sonucuna götürür.
Görülüyor ki, bu teori tüzel kişilerin suç faili olamayacakları sonucuna götürmektedir. (Societas delinquere non potest.)
Tüzel kişilerin cezaen hiçbir suretle sorumlu olmamalarının götüreceği zararlı sonuçları da uygun görmeyen yazarlar bu konuda ortalama bazı görüşler öne sürerek soyut birer varlık oluşturan tüzel kişilerin kanunen suç faili “sayılabileceklerini” belirtmekte ve suçların niteliğine göre, söz gelimi kabahatlerde, tüzel kişilerin sorumlu olabileceklerini, buna karşılık cürümler yönünden suçlu sayılamayacaklarını belirtmektedirler.
Roux, suçun bir tüzel kişi adına işlenmiş olmasını bir ağırlatıcı sebep saymayı ve ayrıca fail hakkında bir tedbire hükmolunmasını önermiştir.
c. Bir teoriye bağlanmadan tüzel kişilerin ceza sorumluluğu konusunu çözmek isteyen yazarlar ise konuyu başka bir takım ölçülere göre cevaplandırmak gereğine işaret etmektedirler: Gerçekten bunlara göre hukukî değil ve fakat felsefi, sosyolojik ve siyasal bazı etmenler tüzel kişilerin ceza sorumluluğunun kabulüne götürebilir. Özellikle 20. yüzyılın başında kapitalizmin gelişmesi ve tüzel kişiler tarafından geniş ölçüde ekonomik suçların işlenmesi bu yeni görüşü güçlendirmiştir.[62]
Fransa’da Yargıtay, özel kanunların getirdiği istisnalar dışında, tüzel kişilerin sorumluluğunu kabul etmemekte idi. Ancak yargıtay, tüzel kişilerin organ veya temsilcilerinin onlar adına hareketlerinde işledikleri maddî suçlardan (yani kasten işlenmeyen suçlardan) sorumluluklarını kabul ediyordu.
İkinci olarak tüzel kişilerin güvenlik tedbirlerine mahkûm edilebilecekleri kabul edilmiştir: Tazminat kabilinden para cezaları gibi.
Üçüncü olarak metinlerin suç failini hukukî sıfatları itibariyle belirledikleri (malik, işletme şefi, istihdam eden) gibi tanımladığı hallerde sorumluluk kabul edilmekte idi.
Yeni TCK’nın 121-2’nci maddesi kanunun ayrıca belirttiği suçlarda tüzel kişilerin sorumluluğunu kabul etmiş bulunmaktadır. Madde bu sorumluluğun alanını tanımlamakla birlikte uygulaması koşullarını da göstermektedir.
c. Güvenlik tedbirleri
Yeni TCK’nın 20 ve 60’ncı maddeleri birlikte değerlendirildiğinde, yeni TCK ile “Tüzel kişilerin cezaî sorumluluğu” kavramı kaldırılmış onun yerine “Tüzel kişiler hakkında güvenlik tedbirleri” kavramı kabul edilmiştir.
Anayasamızda da güvence altına alınan ceza sorumluluğunun şahsiliği kuralının gereği olarak sadece gerçek kişiler hakkında ceza yaptırımına hükmedilebilir. Ancak bu ilke, işlenen suç dolayısıyla özel hukuk tüzel kişileri hakkında güvenlik tedbiri niteliğinde yaptırımlara hükmedilmesine en gel değildir.
1. Güvenlik tedbirlerinin uygulanma koşulları[63]
Yeni TCK md. 60/1-2’e göre tüzel kişiler hakkında iki türlü güvenlik tedbiri öngörülmüştür. Bunlar “faaliyet izninin iptali” ve “müsadere”dir.
a. Faaliyet izninin iptali ve koşulları
1. Getirilen düzenlemeye göre tüzel kişilere uygulanacak güvenlik tedbirinin faile ilişkin temel unsuru “Bir kamu kurumunun verdiği izne dayalı olarak faaliyette” bulunmasıdır.
Dernekler, sendikalar, vakıflar ve siyasî partiler “izin alınmadan” kuruldukları için yeni düzenleme ile 60’inci madde kapsamı dışında kalacaktır.
Yeni düzenleme ile 60’inci madde kapsamına yalnızca anonim şirketler, limited şirketler ve kooperatiflerin girdiği tespitini yapmak doğru olacaktır. Çünkü ticaret şirketleri ve kooperatiflerin tüzel kişilik kazanması ancak Sanayi ve Ticaret Bakanlığının izni ile mümkündür.[64]
Burada asıl hukukî tartışma “iznin iptali” kavramından doğacaktır. Türk Ticaret Kanununda ve 1163 sayılı Yasamızda bu kavram bulunmamaktadır.
Mahkemenin “iznin iptali” kararı vermesi ile birlikte “tüzel kişiliğin tasfiyesi” gündeme gelmektedir.
Bu durumda, konuyla bağlantılı ilk düzenleme TTK md. 274 ile 1163 sayılı Kanunun 81/1-4’üncü maddeleridir. TTK’nın 274’üncü maddesinde Kanuna ve kamu düzenine aykırı işlemler ve faaliyetlerde bulunan şirketler aleyhine özel yasalardaki hükümler saklı kalmak kaydıyla Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca fesih davası açılabileceği düzenlenmiştir.
Yine 1163 sayılı Kanunun 81/1-4’üncü maddesinde “kanunlarda öngörülen diğer hallerde, ilgili bakanlığın mahkemeden alacağı karar üzerine” kooperatiflerin tasfiye edilebileceği belirtilmektedir.
“İznin iptali” kararı ile istenen “şirket veya kooperatifin tasfiyesi” ise öncelikle bunun hiçbir hukukî yorum veya tartışmaya yer vermeyecek şekilde 60’ncı madde içerisinde düzenlenmesi gerekir.
Çünkü suç ve cezaların kanunîliği ilkesi gereğince kanunda düzenlenmeyen herhangi bir cezaî yaptırımın uygulanması (adı güvenlik tedbiri olsa bile) mümkün değildir.
Eğer “izin iptali” kavramı ile şirket veya kooperatifin tasfiyesi amaçlanmıyorsa, hukukî karmaşa ortaya çıkabilecektir. Çünkü bu kararın hukukî sonuçları ne olacaktır? Sorusunun cevabı bulunamayacaktır.
Eğer suçtan fayda elde eden ve suça ortak olan şirketin tasfiyesi amaçlanıyorsa, bunun açık bir şekilde düzenlenmesi gerekir. Aslında TTK’nın 274/2’nci maddesi uyarınca bu hukukî düzenlemeye ihtiyaçta yoktur. “Kamu düzenine aykırı işlemlerde bulunan ve suçtan fayda elde eden şirketler hakkında” bakanlığın doğrudan tasfiye davası açması mümkündür. Bunun ayrıca ceza kanununda düzenlenmesine hukukî ihtiyaçta bulunmamaktadır. Ceza mahkemesinin suçtan fayda elde eden suça karışan şirketin tasfiyesine yönelik dava açılması için gerekçeli kararın bir örneğini bakanlığa göndermesi yeterli olacaktır.
2. İznin sağladığı yetkinin kötüye kullanılması suretiyle suç işlenmesi
3. Suçun “kasıtlı suç” olması,
4. Suçun tüzel kişi yararına işlenmesi,
5. İşlenen suç ile iznin kullanımı arasında nedensellik bağının olması,
6. Özel hukuk tüzel kişisinin organ veya temsilcilerinin bir suçun işlenmesine iştirak etmesi,
Örneğin, uyuşturucu veya uyarıcı madde ticaretinden elde edilen gelirlere meşruiyet görüntüsü kazandırmak için bir döviz bürosunun kullanılması halinde, bu döviz bürosunu işleten özel hukuk tüzel kişisinin, döviz bürosu işletmek için aldığı izin iptal edilecektir. Yine, ilaç üretmek için izin alınmış olan bir laboratuarda uyuşturucu veya uyarıcı madde üretimi yapılması durumunda da, aynı sonuç doğacaktır.
b. Müsadere (yeni TCK md. 60/2)
Özel hukuk tüzel kişileri bakımından öngörülen ikinci güvenlik tedbiri, müsaderedir. Buna göre, tüzel kişi yararına işlendiği belirlenen suç bakımından, müsadere hükümlerindeki koşullar da gerçekleşmiş ise o suçla bağlantılı olan eşya ve maddî çıkarların müsaderesine hükmedilecektir. Bu halde iyi niyetli üçüncü kişilerin hakları korunacaktır.
2. Orantılılık ilkesi
Özel hukuk tüzel kişileri ile ilgili güvenlik tedbirlerinin uygulanmasında, işlenen suç dikkate alındığında, çok ağır sonuçlar doğabilir. Örneğin çok sayıda kişi işsiz kalabilir veya iyi niyetli üçüncü kişiler bakımından telafisi güç kayıplar meydana gelebilir. İşte bu gibi hallerde mahkeme maddedeki orantılılık ilkesine dayanarak bu güvenlik tedbirlerine hükmetmeyebilecektir (yeni TCK md. 60/3).
3 Güvenlik tedbirinin sadece kanunda ayrıca belirtilmiş olan suçlarda uygulanması
Özel hukuk tüzel kişileri hakkında uygulanacak güvenlik tedbirlerine, her suç bakımından değil, kanunda özel olarak belirtilen hallerde hükmedilebilecektir. (Yeni TCK md. 60/4) (Örneğin, yeni TCK’nın 76/3, 77/2, 78/2, 90/6, 111, 169, 227/7, 282/4 maddelerinde olduğu gibi.)
X. Sonuç
Anayasanın 38’inci maddesinde ifadesini bulan “Kanunîlik İlkesi”, güvenlik tedbirlerinin neler olduğunun, hangi hâlde, kime ve nasıl uygulanacağının ve infaz biçiminin belli edilmesini zorunlu kılmıştır. Bu, güvenlik tedbirlerinin belli bir düzeyde organize edilip düzenlenmesini gerektirmektedir. Bu demektir ki, kurumsallaştırma açısından güvenlik tedbirleri ile cezalar arasında bir fark bulunmamaktadır. 5237 sayılı yeni TCK ve 5275 sayılı CGTİK ile güvenlik tedbirleri, mevzuatımızda, organik anlamda “sistematik bir düzenlemeye” kavuşmuş bulunmaktadır.
Güvenlik tedbirleri, cezaların uygulanamadığı, uygulansa bile yeni suçları önlemede yetersiz kaldığı hâllerde, geleneksel ceza sistemini tamamlayan hukuksal koruma araçları niteliğindedir. Esasen bu tedbirler, dayandıkları esaslar farklı olduklarından, cezaların yerine konulan, başka bir anlatımla ikame yaptırımlar değillerdir. Bunlarda da bastırma ve tenkil edici olma vasfı ön plâna çıkabilmektedir. Cezaî sorumluluk bakımından tam anlamıyla cezaî ehliyete sahip bir kimsenin, hürriyeti bağlayıcı bir cezaya çarptırılmasa dahi, bu şahıslar hakkında uygulanan “sosyal savunma” tedbirlerini, güvenlik tedbiri olarak saymak yerinde olacaktır.
Suç ve ceza siyaseti ilkelerine uygun olarak, yeni TCK’da yer alan güvenlik tedbirleri, düzenleniş şekli ve amacı itibarıyla, hem bu tedbirlerin bireyselleştirilmesine imkân verecek, hem de suç ve suçluluğu önleme bakımından yararlı ve yerinde olacaktır.
Güvenlik tedbirlerinin devletin hangi faaliyet alanına girdiği sorununun çözümü, bu tedbirlerin “maddî karakterinden” kaynaklanmaktadır. Bu kurumun “yargısallığı” sorunu, o kurumun maddî yönü bakımından değil, tâbi olduğu usul hükümleri bakımından da konulmaktadır. Yeni temel ceza kanunlarının kabul ettiği güvenlik tedbirleri, hukuk düzeninde “ceza yargılama” organlarınca uygulanan tedbirlerdir. Güvenlik tedbirlerini uygulamak, hukuk düzenini idame ettirmeye ve gerçekleştirmeye matuf, devlet kudretinin kullanılmasıdır. Hâkim, güvenlik tedbirlerini uygularken, ne kendisine ait bir menfaatin ne de hüküm veya kararla müdahale ettiği ilişkilerin ilgili tarafıdır. Devletin yargılama makamını işgal eden süje olarak hâkim, hukuk düzeninin korunmasını sağlayan tarafın bir organıdır.
Hukuk düzenimizde, güvenlik tedbiri yargılamasının konusu, çifte bir tespiti gerektirmektedir. Bu, suç teşkil eden bir fiilin işlenmiş olduğunun tespiti ve tehlikeliliğin tespitidir. Bu iki safha, birbirine paralel olarak, üzerinde ceza yargılamasının cereyan ettiği çifte bir tespiti doğurmaktadır. Bu tespit, suç teşkil eden fiilin işlenmiş olduğunun ve ceza sorumluluğunun tespitidir. İkinci tespit, tehlikeliliğin tespitidir. Tehlikeliliğin tespitine ve tedbirin uygulanmasına matuf usul araştırmasının, Devletin önleme hakkıyla kişinin hürriyet hakkı arasında bir çekişme yaratmasına engel değildir. Suçla mücadele siyasetinin amaçsal profili nazara alındığında, bireyin uygulanması mümkün olmayan veya tehlikelilikle orantısal olmayan tedbirin uygulanmasına “katlanmama” hakkında somutlaşan, bir hürriyet hakkına sahiptir.
Güvenlik tedbirleri, ceza hukukunda, kendisine özgü bir yaptırım çeşididir. Ancak bu tedbirlerin uygulanmasını, muhakeme hukukunda yargılanacak cezaî uyuşmazlıkların tarafları arasında hukukî münasebetler bütünü olarak değerlendirmek mümkündür.
K A Y N A K Ç A
Çolak, Halûk, “Güncel Ceza Hukuku ve Yeni Türk Ceza Kanunu”, Ankara 2005.
Demirbaş, Timur “Ceza Hukuku Genel Hükümler”, Ankara 2002.
Demirbaş, Timur, “İnfaz Hukuku”, Ankara 2003.
Dönmezer, Sulhî, “Genel Ceza Hukuku Dersleri”, Bahçeşehir Üniversitesi Yayını, İstanbul 2004
Dönmezer, Sulhi; Sahir, Erman, “Nazarî ve Tatbikî Ceza Hukuku”, Genel Kısım, C.II, İstanbul 1997.
Ermiş, Münip, “İfade ve Örgütlenme Açısından Tasarı, Türk Ceza Kanunu Reformu” II. Kitap, TBB Yayını, Ankara 2004.
Hafızoğlulları, Zeki, “Ceza Normu”, Ankara 1987.
Nuhoğlu Ayşe, “Ceza Hukukunda Emniyet Tedbirleri”, Ankara 1997.
Önder, Ayhan, “Ceza Hukuku Genel Hükümler”, C. II-III, 2. Bası, İstanbul 1992.
Yücel Tören, Mustafa, “TCK Tasarısı Üzerine Notlar, Türk Ceza Kanunu Reform” II. Kitap, TBB Yayını, Ankara 2004.
[1] Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdür Yardımcısı.
[2] Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürlüğü Tetkik Hâkimi.
[3] Dönmezer Sulhi, Sahir Erman, “Nazarî ve Tatbikî Ceza Hukuku”, Genel Kısım, C. II, İstanbul 1997, s. 567, Önder Ayhan, “Ceza Hukuku Genel Hükümler”, C. II-III, 2. Bası, İstanbul 1992, s. 603, Çolak Halûk, “Güncel Ceza Hukuku ve Yeni Türk Ceza Kanunu”, Ankara 2005, s. 145.
[4] Dönmezer, Erman, s. 567, 568, Önder, s. 603.
[5] Demirbaş Timur, “Ceza Hukuku Genel Hükümler”, Ankara 2002, s. 477.
[6] Hafızoğlulları Zeki, “Ceza Normu”, Ankara 1987, s. 242-243, Demirbaş, s. 477.
[7] Nuhoğlu Ayşe, “Ceza Hukukunda Emniyet Tedbirleri”, Ankara 1997, s. 140-144; Demirbaş, s. 478.
[8] Nuhoğlu, s. 25.
[9] Önder, s. 603, 604, Dönmezer, Erman, s. 567, 568.
[10] Nuhoğlu, s. 29, 30, Dönmezer, Erman, s. 568.
[11] Önder, s. 604.
[12] Dönmezer, Erman, s. 568, Nuhoğlu, s. 33-37.
[13] Nuhoğlu, s. 9-22, Demirbaş, s. 478, Dönmezer, Erman ise güvenlik tedbirlerinin hükmedilişleri yönünden yargısal nitelik taşıdıkları fikrini ileri sürmüşlerdir. Bk. Dönmezer, Erman, s. 570, 571.
[14] Anayasa Mahkemesinin 09.03.1971 tarihli ve E. 1970/42, K. 1971/30 sayılı Kararı
[15] Yargıtay Ceza Genel Kurulunun T. 25.04.1994., E. 1994/1-91, K. 1994/116 (YKD, 1994, C. 20, S. 10, s. 1670 vd.)
[16] Nuhoğlu, s. 21, dn. 59, Demirbaş , s. 479.
[17] Önder, s. 605.
[18] Nuhoğlu, s. 82, 81, Önder, s. 605, 606.
[19] Nuhoğlu, s. 82, Dönmezer, Erman, s. 569, 570.
[20] Dönmezer, Erman, s. 571, 572, Nuhoğlu, s. 83.
[21] Dönmezer, Erman, s. 571.
[22] Nuhoğlu, s. 83, 84, Dönmezer, Erman, s. 570.
[23] Nuhoğlu, s. 84-86, Dönmezer, Erman, s. 570, 571.
[24] Önder, s. 606-608, Dönmezer, Erman, s. 569-571.
[25] Önder, s. 607, 608, Dönmezer, Erman, s. 569-571.
[26] Dönmezer, Erman, s. 572, Önder, s. 608.
[27] Dönmezer, Erman, s. 573, Önder, s. 610.
[28] Önder, s. 610, Dönmezer, Erman, s. 573, Nuhoğlu, s. 160-167.
[29] Önder, s. 610, Dönmezer, Erman, s. 573, 574, Nuhoğlu, s. 143-150.
[30] Önder, s. 612, 613, Dönmezer, Erman, s. 573, 574, Nuhoğlu, s. 150-158.
[31] Dönmezer, Erman, s. 574.
[32] Dönmezer, Erman, s. 574
[33] Dönmezer, Erman, s. 574; Diğer ülke uygulamaları için bk. Önder, s. 614-616; Nuhoğlu s. 140-170.
[34] Dönmezer - Erman, s. 575.
[35] Dönmezer, Erman, Ceza Kanununun ceza sorumluluğu olmayan veya mahkûm edilemeyen bazı kişiler hakkında öngördüğü tedbirleri, çağdaş anlamda ve dayandığı felsefî esas ve kıstaslar itibariyle tam bir güvenlik tedbiri sayabilmeye imkân bulunmadığı, bunları kanun koyucunun kabulünü zorunlu saydığı bir çeşit “sosyal korunma tedbiri” olarak kabul etmenin daha uygun olacağı görüşündedir. Bk. age, s. 726.
[36] Y. 2. CD. 7.7.1992, 7854/7083: “2253 sayılı Kanunun 12 ve 20’nci maddeleri içeriğine ve gerekçedeki açıklığa göre, suç tarihinde onbir yaşını bitirmiş olup da onbeş yaşını tamamlamamış olan küçükler hakkında tedbir ve ceza uygulaması yönünden, işlediği suçun farik ve mümeyyizi olup olmama durumu tek kriter olmaktan çıkarılmış olup, mahkemece küçüğün kişiliğine daha uygun düşeceği ve bu yolda ıslah ve eğitimin mümkün olacağı kanaatine varılması halinde, fark ve temyiz hassasını haiz bir küçüğe ceza yerine tedbir uygulanması mümkün bulunduğu, sözü edilen Kanun uygulanmasına dair Yönetmeliğin 11’inci maddesinin (c) bendinde, küçüğe ceza veya tedbirin hangisinin uygulanması gerektiğinin 20’nci maddeye göre düzenlenecek inceleme raporlarında belirtilmesi lüzumuna işaret olunması da bunu ifade ettiği cihetle, tebliğnamedeki farik ve mümeyyiz sanıklar hakkında ceza tayini yerine tedbir uygulanmasının yasaya aykırı olduğuna dair görüşe iştirak edilmemiştir. Ancak; 2253 sayılı Kanunun 12’nci maddesinin atıfta bulunduğu 10’uncu maddede; veli veya vasiye tesliminde küçüğün cürüm işlemesine sebebiyet verilmesi halinde para cezası tayin edileceği ihtarına dair bir hüküm bulunmadığı, kanunun 17’nci maddesine göre, icabında bu tedbirin mahkemece değiştirilmesinin mümkün bulunduğu gözetilmeden TCK’nın 53’üncü maddesinden bahisle bu yolda karar verilmesi yasaya aykırıdır. Bk. Demirbaş, s. 461, dn 28; Aynı yönde başka bir karar için bk. Y.2.CD. 10.12.1991 tarih ve E.11429; K. 12630 sayılı karar (YKD, 1992, S. 17, s. 1125,1126)
[37] Daha geniş bilgi için bk. Dönmezer, Erman s. 749-752; Demirbaş, s. 481.
[38] Dönmezer, Erman, s. 752.
[39] Danimarka Ceza Kanunundaki sistem bu şekildedir. Bu konuda bk. Dönmezer, Erman s. 752, dn. 3.
[40] Dönmezer, Erman, s. 752-754.
[41] Dönmezer, Erman, s. 756.
[44] Çolak, s. 152, 153.
[45] Çolak, s. 153, 154.
[46] YCGK, 5/7/1982 T., E. 260/K. 331 sayılı karar. (Çolak, s. 154.)
[47] Adalet Komisyonu raporundan.
[48] Çolak, s. 156.
[49] Adalet Komisyonu raporundan.
[50] Çolak, s. 157.
[51] Çolak, s. 157.
[52] Çolak, s. 159.
[53] Çolak, s. 159.
[54] Çolak, s. 160.
[55] Çolak, s. 160-162.
[56] Çolak, s. 160, 161.
[57] Yücel, Mustafa Tören, TCK Tasarısı Üzerine Notlar, “Türk Ceza Kanunu Reformu” TBB , (2004), s. 132, Çolak, s.161
[58] Çolak, s. 162.
[59] Demirbaş, Timur, “İnfaz Hukuku”, Ankara 2003, s. 212 vd.
[60] Çolak, s. 162.
[61] Çolak, s. 163, 164.
[62] Dönmezer Sulhî, “Genel Ceza Hukuku Dersleri”, Bahçeşehir Üniversitesi Yayını, İstanbul 2004, s. 251.
[63] Çolak, s. 171, 174.
[64] Ermiş Münip, “İfade ve Örgütlenme Açısından Tasarı”, “Türk Ceza Kanunu Reformu” II. Kitap, TBB Yayını, Ankara 2004, s. 258,259.
No comments:
Post a Comment