Friday, October 20, 2006

HUKUK DEVLETİ İLKESİ

HUKUK DEVLETİ

1- TARİHİ GELİŞİMİ

A-POLİS DEVLETİ ANLAYIŞI

Polis devleti, hukuk devleti kavramının karşıtı olarak kullanılmaktadır. Bu anlayış, 17. ve 18. yüzyıllarda Kara Avrupası ülkelerinde egemen olan anlayıştır. İlk kez Almanya’da ortaya çıkan bu anlayış mutlakiyetçi devletlerde söz konusudur. Bu anlayışa göre devlet, kişilerin huzur içinde yaşayabilmeleri için her türlü faaliyette bulunabilmekte ve bu sırada hukuk kuralları ile bağlı olmayıp kişilerin hak ve özgürlüklerine müdahalede bulunabilmekte, onlara yükümlülükler yükleyebilmektedir. Mutlakiyet rejiminin sonucu olarak devlet hukukla bağlı olmadığından, eylem ve işlemlerinin yargı organlarınca denetlenmesi de söz konusu değildir. Kişilerin devlet karşısında hukuki güvence altında bulunması söz konusu değildir. Mevcut hukuk kuralları devlette iç düzeni sağlama amacını gütmekte ve yöneticiler ile yönetilenler arasında hukuki bir ilişki kurmaktan uzak kalmaktadır.

“Polis” kavramı günümüzde olduğu gibi yalnızca kolluk faaliyetlerini karşılamak amacıyla değil, devletin kişilerin huzur ve refahını sağlamak amacıyla bulunduğu her türlü faaliyeti karşılamak üzere kullanılmaktadır. Günümüzde de idaresi hukuka bağlı olmayan ve vatandaşlarına hukuki güvenlik ortamı sağlamayan devletler için “polis devleti” deyimi kullanılmakla birlikte, bu anlayıştın büyük ölçüde uzaklaşılmıştır.

B- HAZİNE TEORİSİ

Polis devleti anlayışında zamanla bir takım değişiklikler olmuş; özellikle yargı kararları ile kişilere hukuki güvenceler sağlanmaya başlamıştır. Yine Almanya’da ortaya çıkan hazine teorisi işte bu değişiklikleri ifade etmekte kullanılmaktadır. Bu teoriye göre, kişilerin devlet tarafından ihlal edilen hakları dolayısıyla mali karşılık elde etmeleri mümkündür. Bu sistemde devlet hazinesine devletten ayrı bir tüzel kişilik tanınmış; hukuk kuralları ile bağlı bulunmayan devletin yaptığı işlemlerden zarar gören kişilere, bu zararları dolayısıyla devlete değil; ancak devlet hazinesine karşı yargı yoluna başvurma hakkı tanınmıştır. Yapılacak bu başvuru özel hukuk kuralları çerçevesinde olacaktır.

Bu teori de devlet ile hazinenin tek bir kamu tüzel kişiliği altında bulunması ve hukuk kurallarıyla bağlı olması gerekliliği karşısında ihtiyacı karşılayamamış ve terk edilmiştir.

C- HUKUK DEVLETİ ANLAYIŞI

Hukuk devleti kavramı da Almanya’da doğmuş; ancak Fransa’da geliştirilmiş bir anlayıştır. Hukuk devleti, öğretide polis devleti kavramının karşısında görülmüştür. Polis devleti anlayışına tepki olarak geliştirilen hukuk devleti anlayışında devlet ile bireyler hukuk kurallarına uymak zorunda olup; devlet tarafından kişilerin hak ve özgürlükleri açısından hukuki güvenceler sağlanmak ve bu güvenceler dahilinde işlemlerde bulunmak zorunluluğu da söz konusudur.

Ülkemizde hukuk devletinin geliştirilmesi yolunda çalışmalar Tanzimat’tan bu yana süregelmektedir. 1961 Anayasası ile birlikte “hukuk devleti” kavramı hukukumuzda açıkça düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu anayasa ile demokrasi kavramı ile hukuk devleti kavramlarının birbirinden farklı olduğu ilk kez kabul edilerek “hukuk devleti” kavramı anayasal bir kurum olarak hukuk sistemimizde yerini almıştır.

2- TANIMI ve GEREKLERİ

A- TANIMI

Demokratik düzenin temeli ve siyasi bir ideal olan hukuk devleti, devletin bütün eylem ve işlemlerinde hukuk kuralları ile bağlı olduğu; bu yolla yönetilenlere hukuki güvence sağlanan devlettir. Başka bir deyişle hukuk devleti, faaliyetlerinde hukuk kurallarına bağlı olan, vatandaşlarına hukuki güvenlik sağlayan devlettir.1

Anayasa Mahkemesi tarafından da önemle üzerinde durulan bir kavram olması dolayısıyla, değişik tarihlerdeki kararlarında bir takım hukuk devleti tanımlarına yer verilmiştir.

Yüksek mahkeme, 1986 tarihli bir kararında2 hukuk devletini şöyle tanımlamıştır : “ Hukuk devleti, her eylem ve işlemi hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp, yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğu bilincinden uzaklaşıldığında geçersiz kalacağını bilen devlettir. “

Anayasa Mahkemesi’nce aynı tanım bir çok kararda daha aynen tekrarlanmıştır.3 Yüksek mahkemenin 1991 tarihli bir kararında4 ise hukuk devleti daha basit bir ifade ile tanımlanmıştır. Bu kararlara göre hukuk devleti, “insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyan, toplum yaşamında adalete ve eşitliğe uygun bir hukuk düzeni kuran ve düzeni sürdürmekle kendisini yükümlü sayan, bütün davranışları hukuk kurallarına ve Anayasaya uyan, işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olan devlet” demektir. Nitekim yüksek mahkemeye göre, temel hakların güvence altına alınmadığı, hukukun evrensel kurallarına saygı gösterilmediği ve adaletli bir düzenin gerçekleşmediği bir ortamda hukuk devletinden söz edilemez. 5

Tanımlardan da anlaşılacağı üzere hukuk devleti, hukukun egemen olduğu devlettir. Amaç devletin yönetilenlerce kendisine bırakılan yönetim yetkisini kullanırken keyfilikten uzak kalmasının sağlanması ve keyfiliğin yaratabileceği tehlikelerin önlenmesidir; istikrarlı, açık ve eşitliğin hakim olduğu bir düzenin kurulmasıdır.

B- GEREKLERİ

Hukuk devletinin varlığından söz edebilmek için “hukuk devleti” kavramının anayasada yer alması tek başına yeterli olmamaktadır. Hukuk devleti olgusunun yanında başka bir takım kural ve kurumlar da bulunmalıdır ki hukuk devleti işlerlik kazanabilsin ve etkin bir güvence sağlasın.

Hukuk devletinin varlığı için şu gereklerin yerine getirilmesi gerekmektedir :

a- Devletin tarafsızlığı

b- Devletin hukuka bağlılığının yargısal denetimi

c- Yargının bağımsızlık ve tarafsızlığı

d- Kişilerin özel alanlarının korunması

e- Hukuk önünde eşitlik

f- Hak arama yollarının açık olması

g- Kazanılmış haklara saygı

h- Hukukun evrensel ilkelerine saygı

1982 Anayasası ile hukuk devletinin varlığı için gerekli şartlara geniş ölçüde yer

verilmiş ve hukuk devleti anlayışının etkin bir şekilde uygulanmasına ve anayasal koruma altına alınmasına çalışılmıştır.

- Anayasanın 7,8,9. maddelerinde yer alan kuvvetler ayrılığına ilişkin kurallar

- 10. maddede yer alan eşitlik ilkesi

- Yasaların anayasaya aykırı olamayacağı kuralı (11. madde)

- 13. maddeye göre temel hak ve özgürlüklerin özlerine dokunmaksızın anayasa-

da belirtilen sebeplerle ve ancak yasayla sınırlanabileceği kuralı

- Anayasanın yasama, yürütme ve yargı organları ile idareyi bağlayan temel

kurallar olduğu kuralı (11. madde)

- 37. maddede yer alan kanuni hakim güvencesi

- Suç ve cezalara ilişkin temel öğelerin sayıldığı 38. madde

- 115. maddedeki tüzüklerin yasaya aykırı olamayacağı kuralı

- 122. maddedeki olağanüstü yönetimin yasaya bağlılığı kuralı

- 125. maddedeki idarenin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu

kuralı

- 138-139. maddedeki yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi ile ilgili kurallar

- 146. vd. maddelerdeki anayasa yargısıyla ile ilgili kurallar

Anılanlara benzer düzenlemeler 1961 Anayasasında da yer almakta idi. Üstelik Anayasa Mahkemesi’ne ilk kez yer verilmiş; böylelikle özellikle yasamanın anayasa kurallarına riayet etmesi etkin şekilde sağlanmaya çalışılmıştı. 1982 Anayasası’nın hukuk devleti konusunda 1961 Anayasası’na oranla geri adım niteliğinde değişiklikler getirdiği göze çarpmaktadır. 1982 Anayasası temel hak ve özgürlükler ile sınırlamalar konusunda da 1961 Anayasası’ndan geri kalmıştır. Bu anayasada özellikle Avrupa Birliği uyum süreci çerçevesinde yapılan değişiklikler ile eksikliklerin giderilmesine çalışılmaktadır.

a- DEVLETİN TARAFSIZLIĞI

Hukuk devleti ilkesi öncelikle devlet tarafından her hangi bir dünya görüşünün

resmileştirilmemesini gerekli kılar. Belli bir dünya görüşü, din veya ideolojiyi benimseyen bir devlette hukuk kurallarının varlığının bir anlamı kalmayacaktır; çünkü hukuk kuralları da bu doğrultuda hazırlanacaktır.6 Böylelikle devlette hukuk yapımı ve uygulamasında evrensel hukuk ilkelerinin hakim olması mümkün olmayacaktır. Devlet tarafından benimsenen ideolojinin dışında kalan kişi ve gruplar açısından temel hak ve özgürlüklere sağlanan güvenceler yeterli olmayabilir. Bu da hukuk devleti açısından büyük önem arz eden eşitlik ilkesi ile çelişki yaratır. Resmi ideoloji benimseyen devletlerde devlet vatandaşlara karşı tarafsız kalamaz; vatandaşlar arasında özellikle kamu hizmetine giriş ve siyasete katılma gibi konularda ayrım söz konusu olur. Devlet ideolojisi benimsenmesinin en büyük sakıncası da hukuk kurallarından bu şekilde uzaklaşılmasıdır. Evrensel hukuktan uzaklaşan devletlerde ise demokratik bir yönetimden söz etmek mümkün olmayacaktır.

b- DEVLETİN HUKUKA BAĞLILIĞININ YARGISAL DENETİMİ

Hukuk devletinin varlığı için yasama, yürütme ve idarenin görev alanlarının

açıkça belirlenmesi; görev alanları konusunda belirlenen sınırlar dahilinde kalmalarını sağlayacak hukuki mekanizmaların işler durumda bulunması gerekir. Bu organların yetkilerini keyfi olarak kullanmaları riskinin sıkı bir yargısal denetim ile önüne geçilmelidir. Yasama, yürütme ve idarenin kendi iç denetim mekanizmaları ve siyasal denetim yolları çoğu zaman hukuki güvenliğin sağlanması açısından yeterli olmamaktadır.

Özgürlükler açısından özellikle idarenin icrai işlemlerinin hukuka bağlı olarak yapılması büyük önem taşımaktadır. Çünkü bireylerin özgürlüklerine yönelen tehditler büyük ölçüde yürütme organı ile idarenin işlemlerinden kaynaklanmaktadır. Devletin uygulayıcı organları bu iki organdır ve genellikle koyulan kurallar, yükümlülükler bu organlar tarafından hayata geçirildiğinden bireyler bu organlarla doğrudan doğruya karşı karşıya kalmaktadır. Genel kuralların bireyselleştirilmesi bu organların işlemleri neticesinde mümkün olduğundan ve bu organlar bireyler üzerinde emredici güce sahip olduğundan hukuk devletinde bu organların işlemlerinin hukuka bağlılığı hayati önemdedir. Bu nedenle yürütme ve idarenin işlemlerinin hukuka bağlılığı ancak bağımsız yargı organınca denetlenmesi ile mümkün olacaktır.

Çağdaş anayasal demokrasilerde kamu idaresinin işlem ve eylemlerinin hukuka bağlılığının yargısal denetimi farklı şekillerde yapılmaktadır. Bunlardan en yaygın olan ikisi idari rejimin geçerli olduğu Fransa modelinde görülen idari yargı, diğeri ise Anglo-Sakson hukuk sistemlerinde uygulanagelen yargı birliği sistemidir. Yargı birliği sisteminde ayrı bir idari yargı düzeni bulunmaz. Bu sistemde de yönetim ilişkileri ve idari faaliyetin özelliğinden kaynaklanan bazı farklı kurallar mevcuttur; ancak bu ayrılık hukuk önünde idare ile kişiler açısından eşitlik ilkesini zedeleyecek, yargı birliğini bozacak nitelikte değildir. Başka bir deyişle idare de büyük ölçüde özel hukuka tabidir.7

Ülkemizde de uygulanan idari yargı sisteminde ise bireylerin idare karşısındaki tabilik durumu nedeniyle idare ve bireyler arası uyuşmazlıkların ayrı bir yargı kolunda çözümlenmesi yolu izlenmektedir. İdari yargıda uygulanan kurallar da bu nedenle genellikle kamu hukuku kuralları olmaktadır. İdarenin üstünlüğü ilkesi günümüzde Kıta Avrupası ülkelerinde ve bir ölçüde tüm dünyada idare hukukunda söz konusu olan bir ilkedir. Kıta Avrupası sistemindeki farklılık kanun önünde eşitlik ilkesinin mutlak olarak uygulanıp uygulanmadığı noktasında karşımıza çıkmaktadır. İdari yargı sisteminin tercih edilme nedeni idari yargının uzmanlığa dayalı olması nedeniyle yargı birliği sisteminden daha avantajlı olmasıdır. Bu sistem ile idareye tabi konumdaki bireylere daha ciddi bir hukuki koruma sağlanması amaçlanmaktadır. Tabiatı gereği üstün konumda olan idarenin bireylerle aynı hukuk kurallarına tabi olmasının böylelikle önüne geçilmeye çalışılmıştır. Ancak ülkemizde idari yargı denetimi bazı yasal düzenlemelerdeki eksiklikler ve yargı organlarının tutumu nedeniyle her zaman bu amaca hizmet edememektedir. Hukuka uygunluk denetiminin sağlıklı olarak gerçekleştirilebildiği oranda hukuk devleti idealine yaklaşılabileceği gerçeği gözden uzak tutulmamalıdır.

Ülkemizde idari yargı sisteminde yaşanan kimi sorunların yanında yürütme organının hukuka bağlılığının denetimi açısından sorunlu olan başka bir konu da yürütmenin kimi işlemlerinin yargı denetimi dışında bırakılmasıdır. Nitekim cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemler, Yüksek Askeri Şura kararları, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararları, uyarma ve kınama şeklindeki disiplin cezaları ile sıkıyönetim komutanının işlemleri hukukumuzda yargı denetimine tabi değildir. Bunlardan cumhurbaşkanının tek başına yaptığı kimi işlemler aslen idari işlem niteliği de taşımadığından bunların yargı denetimi dışında tutulması sorun yaratmayabilecekken, kimi bazı işlemler vardır ki bunların yargı denetiminden muaf tutulması tartışma yaratır. Çünkü bu işlemlerin cumhurbaşkanınca tek başına yapılıp yapılamayacağı da tartışmalıdır. Örneğin rektör ataması gibi bir işlemin cumhurbaşkanınca tek başına yapabileceği bir işlem olarak kabulü halinde yargı denetimi dışında kalması hukuk devleti ilkesi açısından sorunlu ve zedeleyici bir durum yaratmaktadır. Bunun gibi sayılan diğer idari işlemlerin hukuka uygunluğunun yargı organlarınca denetlenememesi başlı başına hukuk devleti ilkesi ile çelişki yaratmaktadır.

c- YARGININ BAĞIMSIZLIK ve TARAFSIZLIĞI

Hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan yargı denetiminin etkin bir şekilde gerçekleştirilmesi öncelikle yargının bağımsız ve tarafsızlığı ile mümkün olabilecektir. Mahkemelerin bağımsızlığı ile kast edilen mahkemelerin, yasama ve yürütmeden bağımsız olarak örgütlenmesi, özlük işlerini kendilerinin yürütmeleri; görevlerini yerine getirirken başka her hangi bir merciden emir ve talimat almaksızın karar verebilmeleridir. Bu amaca hizmet etmek üzere ülkemizde hakimlere güvenceler anayasal ortamda sağlanmıştır. Yukarıda devletin tarafsızlığı konusunda belirttiğimiz hususlar yargının bağımsız ve tarafsızlığı konusunda da aynen geçerli ve özellikle tarafsızlık yargı bakımından devletin diğer organlarından çok daha önemlidir. Yargı bağımsızlığının nedeni, yargıçların kuralları yorumlama işlevini yerine getirirken kuralların anlamını bundan etkileneceklere uygun hareket etmelerine neden olacak baskılardan uzak kalmalarıdır. Yargı bağımsızlığını sağlamak amacıyla anayasamız Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu öngörmüş ve hakimlik teminatına ilişkin hükümler koymuştur. Ancak burada da dikkat edilmesi gereken husus bir yandan yargı bağımsızlığının sağlanması açısından böyle bağımsız bir kurul oluşturulurken diğer taraftan bu kurulun kararlarının yargı denetimi dışında bırakılmış bulunmasıdır. Böylelikle yargı organı diğer organlara karşı korunmuş olmakla birlikte kendilerinin özlük işleriyle ilgili karar verecek bu kurulun işlemlerine karşı yargı yoluyla hak aramaları imkanı bulunmamaktadır ki bu da hukuk devleti açısından hem bir çelişki hem de önemli bir sorundur.

d- ÖZEL ALANLARIN KORUNMASI : TEMEL HAKLAR

Burada kast edilen artık evrensel olarak kabul gören temel insan haklarının anayasal haklar olarak tanınması ve yine anayasal olarak korunmasıdır. Böylelikle kişiler açısından dokunulmaz bir alan yaratılmış olacak ve devlet dahi bu alana müdahalede bulunamayacaktır. Nitekim hukuk devletinin gereklerinden biri de kişi haklarının hukuksal olarak tanınması ve hukuki olarak koruma altına alınmasıdır. Zaten aslan kişilerin temel hakları açısından en büyük tehlike devlet organları tarafından yapılabilecek müdahalelerdir. Bu hakların hukuki, anayasal düzlemde tanınıp korunması ile devletin egemenlik kaynaklı yetkilerinin bireyler açısından ciddi sınırlamalara tabi tutulması anlamına gelmektedir. Nitekim anayasamız temel hak ve özgürlükler açısından getirdiği düzenlemeler ile dokunulamaz bir çekirdek alan belirlemiştir. Bu alana ne başka bireyler ne de devlet tarafından bir müdahale söz konusu olabilecektir. Her Türk vatandaşı anayasada belirtilen temel hak ve özgürlüklerden, eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanacaktır. Milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme, maddi-manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahiptir.8 Devlet bir yandan tanınan hak ve özgürlüklere müdahaleden kaçınacak, bir yandan bunların kullanılmasının önündeki siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırma amacına hizmet edecektir; ki bu da hukuk devleti ilkesinin etkinliği açısından oldukça önemlidir.

e- HUKUK ÖNÜNDE EŞİTLİK

Hukuk önünde eşitlik bir yandan hukuk kurallarının genel olmasını, diğer yandan bu kuralların uygulanması sırasında kişiler arasında ayrım yapılmaması anlamını taşımaktadır. Hukuk kurallarının genel olması bu kuralların herkese hiçbir ayrım yapılmaksızın herkese uygulanması anlamına gelmemektedir. Genellik aynı veya benzer durumda bulunan kişiler açısından uygulanacak objektif nitelikte kurallar bulunmasından ibarettir. Kanun koyucu tarafından uygulamada sıklıkla karşılaşılan kimi durumlar özel önemleri nedeniyle kanunlarla düzenlenmiş ve bu durumda bulunmaları nedeniyle kişilere uygulanacak hukuk kurallarını önceden belirlemiştir. Başka bir deyişle genel anlamda eşitlik ilkesi kişiler arasında haklı bir neden olmaksızın ayrım yapılmamasını gerektirir. Evrensel kurallara göre, din, dil, ırk, soy, sınıf, cinsiyet, felsefi ve siyasi inanç farkları farklı muameleyi haksız kılan başlıca nedenlerdir. Bu ilke Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi uluslar arası metinlerde de açıkça yer almaktadır. Farklı muameleyi haklı kılacak nedenler konusunda ise somut bir ölçü koymak mümkün olmamaktadır. Bu konuda genel olarak kamu yararının kimi eşitsizlikleri haklı kılabileceği söylenebilir. Bu durumda kamu yararı ile kişi yararı çatıştığında kamu yararı üstün tutulmaktadır.

Farklı muamele yapılması konusundaki yasağın iki yönlü etkileri mevcuttur. Eşitlik, bir yönüyle ayrımcı muameleyi, diğer yönüyle de ayrıcalık tanınmasını yasaklar. Böylelikle yasal düzenlemeler ve uygulama yoluyla bazı kişilerin aynı durumda bulunan başkaları karşısında mağdur edilmesi; bazı kişilerin keyfi olarak avantajlı hale getirilmesinin önüne geçilmektedir.

Hukuki eşitliğin temelinde ahlaki bir ilke olan “insan onuru bakımından eşitlik” düşüncesi yatar. Kişilerin insan olarak eşit değere sahip olmaları onlara aynı oranda saygı duyulmasını gerektirir. Hukuk bağlamında eşit saygı ise “hak eşitliği” demektir. Hak eşitliğini sağlamanın asgari şartı ise hukukun tarafsızlığıdır. Tarafsızlık her şeyden önce, hukukun her insanı kişi saymasını zorunlu kılar. Ayrıca hukukun bireyleri “insan” olarak muhatap aldığı durumlarda onların bu ortak özelliklerinden başka bir yönlerini göz önünde bulundurmamasını, “vatandaş” sıfatıyla muhatap aldığı durumlarda hepsine sadece vatandaş sıfatıyla muamele etmesini ve onları “kişi” olarak muhatap aldığı yerde ise bu kişiliğin toplumsal ve kültürel bağlamını dikkate almasını şart koşar.9

f- HAK ARAMA YOLLARININ AÇIK OLMASI

Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin güvence altında olmasından bahsedebilmek için haklarının ihlali halinde kişilerin ihlalin tespitini, ortadan kaldırılmasını veya telafi edilmesini talep edebilmeleri şeklindeki hukuki yolların açık olması gerekir. Kişilerin meşru yollarla haklarını arayabilmeleri hukuk devletinin vazgeçilmez gereklerindendir. Başlıca hak arama yolları dava, idari ve siyasi makamlara başvuru, sivil hakların serbestçe kullanımıdır. Bunlardan dava yolunun açık olması yukarıda bahsi geçen yargının bağımsız ve tarafsız olması ile yargıç güvencesi ve doğal yargıç ilkesinin varlığına bağlıdır. Ayrıca hukuk sisteminin suçsuzluk karinesi, suç ve cezaların kanuniliği, ceza sorumluluğunun şahsiliği gibi evrensel ilkeleri de güvence altına alması gerekir. Ülkemizin de taraf olduğu çeşitli uluslar arası antlaşmalarda kabul edilen bu ilkeler, ülkemizde ayrıca anayasal güvenceye kavuşturulmuş bulunmaktadır.

Hak arama özgürlüğü açısından büyük önemi bulunan doğal yargıç ilkesi kişilerin suçu işledikleri tarihte o suça bakmakla görevli olan mahkeme ve hakim tarafından yargılanmaları anlamına gelir. Suç işlendikten sonra ve o suça özgü bir mahkeme kurulması bu ilke karşısında mümkün olmayacaktır. Ülkemizde farklı zamanlarda kurulan sıkıyönetim mahkemeleri bu ilkenin ihlal edildiği örneklerdir. Ancak günümüzde bu ilkenin uygulanması konusunda daha hassas davranılmaktadır ve mevcut olağanüstü bir mahkeme söz konusu değildir. Bu ilke açısından tartışmalara konu olan devlet güvenlik mahkemeleri aslen özel mahkeme olarak kurulmuş olmakla birlikte işleyişleri nedeniyle doğal hakim ilkesinin ihlal edildiği şüphesi uyandırmıştır. Bu mahkemeler de yapılan anayasa değişikliği ile ortadan kaldırılmıştır.

Hak aramanın dava dışındaki başlıca yolu olan “resmi makamlara başvuru” iki şekilde gerçekleşmektedir. Bunlar siyasi içerikli bir hak da olan dilekçe hakkı ve idari başvurudur. Anayasamızın 74. maddesine göre, “vatandaşlar ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancılar, kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında, yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yazı ile başvurma hakkına sahiptir. Kendileriyle ilgili başvuruların sonucu gecikmeksizin, dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir.” İkinci yol olan idari başvuru ise kişilerin kendileri hakkında işlem yapılmasını talep etmek üzere yazılı olarak idari makamlara başvurmaları anlamına gelmektedir. Bu yola başvurulması bir çok halde idari dava açılmasının ön şartı olarak da karşımıza çıkar. Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 13. maddesinde belirtilen “milli makamlara başvuru” hakkı da dava dışı yollarla hak arama hakkının uluslar arası düzlemdeki güvencesi konumundadır.

g- KAZANILMIŞ HAKLARA SAYGI

Hukukun genel ilkeleri arasında yer alan kazanılmış haklara saygı, hukuki istikrarın da bir unsurudur; ki hukuk devleti hukuk sisteminin az çok istikrarlı olmasını gerektirir. Kazanılmış hak, yürürlükteki hukuk kurallarına uygun olarak kişiler lehine doğmuş bulunan hukuki durumlardır.10 Kazanılmış hakkın varlığı için hakkın tamamen elde edilmiş, kazanılmış bulunması gerekir. Tamamlanmamış hukuki durumlar kişi lehine hak yaratmazlar.

Anayasa Mahkemesi çeşitli kararlarında kazanılmış haklara saygı ilkesine ilişkin olarak şu görüşe yer vermiştir :

“ Kazanılmış hakların tanınması ve korunması hukuk devletlerinde benimsenen bir ana hukuk kuralıdır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında bu kuralı ortadan kaldıracak hiçbir hüküm yoktur; olabilmesi de düşünülemez. Kazanılmış haktan söz edebilmek için hakkın edinildiği anda yürürlükte olan kurallara uygun şekilde ve bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması gerekir. Kanunlara aykırı durumlara dayanılarak kazanılmış hak iddiasında bulunulamaz.”

h- HUKUKUN EVRENSEL İLKELERİNE SAYGI

Hukuk devletinin varlığından bahsedebilmek için burada kuralların koyulmasında ve uygulanmasında hukukun evrensel ilkelerinin göz önünde tutulması gerekir. Yukarıda hukuk devletinin gerekleri olarak saydığımız ilkeler de hukukun evrensel ilkelerindendir. Ancak hukukun evrensel ilkeleri bunlarla sınırlı değildir. Bunlar hukuk anlayışındaki gelişmelere paralel olarak sayıları ve içerikleri zaman içerisinde değişikliğe uğrayan kurallardır. Bu nedenle yargı organları da zaman içerisinde gelişmeleri takip etmek ve bu ilkeleri uygulamaya yansıtmak zorundadırlar. Bu açıklamalardan sonra ulusal ve uluslar arası düzeydeki yargı yerlerince hukukun evrensel ilkeleri olarak kabul edilen başlıca ilkelerden bazılarını sayabiliriz : İyi niyet, ahde vefa, kazanılmış haklara saygı, hakların kötüye kullanılamaması, kimsenin sahip olduğundan fazla hakkı devredemeyeceği, haksız fiillerden doğan zararın tazmini, sorumluluğun kusura dayanması, kesin hükme saygı, hak arama özgürlüğü, savunma haklarına saygı, kimsenin kendi davasında yargıç olamaması, zamanaşımı, mücbir sebep, sebepsiz zenginleşme, idarenin kanuniliği, idarenin taktir yetkisinin sınırlılığı. Anayasa Mahkemesi ise, kazanılmış haklara saygı, kesin hükme saygı, iyi niyet ve ahde vefa yanında şu hususların da hukukun genel ilkeleri olduğunu kabul etmektedir : Kanunların geriye yürümezliği, özel kuralın genel kuralı geçersiz kılması, aynı konudaki yeni hükmün eskisine önceliği ve devlete güven. Ulusal ve uluslar üstü yargı içtihatlarında hukukun genel ilkelerini anayasa üstü değerde saymak yolunda bir eğilim bulunmaktadır. Bunların en azından anayasal değerde bağlayıcılığının sağlanması oldukça önemlidir.



1 Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Bursa, 2000, s. 149; İsmet Giritli-Jale Sarmaşık, Anayasa Hukuku (Genel Esaslar- Türk Anayasa Hukuku), İstanbul, 2001, s. 110; A. Şeref Gözübüyük, Anayasa Hukuku, Ankara, 2003, s.163; Yavuz Atar, Türk Anayasa Hukuku, Konya, 2002, s. 93

2 Anayasa Mahkemesi, 27.03.1986 tarih, 1985/31 E, 1986/11 K. Sayılı kararı, AMKD, Sayı 22, s. 120

3 Anayasa Mahkemesi, 02.05.1989 tarih, 1988/36 E, 1989/24 K. Sayılı kararı, AMKD, Sayı 25, s. 262; Anayasa Mahkemesi, 12.12.1989 tarih, 1989/11 E, 1989/48 K. Sayılı kararı, AMKD, Sayı 25, s. 433-434

4 Anayasa Mahkemesi, 21.06.1991 tarih, 1990/20 E, 1991/17 K. Sayılı kararı, AMKD, Sayı 28, Cilt 1, s.100

5 Anayasa Mahkemesi, 12.11.1991 tarih, 1991/7 E, 1991/43 K. Sayılı kararı, AMKD, Sayı 27, Cilt 2, s. 652

6 Mustafa Erdoğan, Anayasal Demokrasi (Anayasa Hukukuna Giriş), Ankara. 2003, 5. Bası, s. 121-122

7 Mustafa Erdoğan, Anayasal Demokrasi (Anayasa Hukukuna Giriş), Ankara. 2003, 5. Bası, s. 124

8 Mehmet Akad- Bihterin Vural Dinçkol, Genel Kamu Hukuku, İstanbul, 2002, 2. Bası, s. 307

9 Mustafa Erdoğan, Anayasal Demokrasi (Anayasa Hukukuna Giriş), Ankara. 2003, 5. Bası, s. 130

10 Yavuz Atar, Türk Anayasa Hukuku, Konya, 2002, s. 99

No comments: