Friday, October 20, 2006

KANUNILIK ILKESI

Giriş

Bu ödevin konusunu oluşturan “Kanunsuz Suç ve Ceza Olmaz İlkesi” asıl olarak ceza hukukunu ilgilendiren bir konudur.Ancak ilke aynı zamanda, demokratik bir düzende, iyi bir yönetimin var olabilmesi için uygulanması gereken temel ilkelerden birisi olarak da kabul edilmelidir.

Aşağıda da açıklandığı gibi, bireylerin devlet karşısında özgürlüklerini güvence altına almak, yürütmenin keyfi uygulamalarından kaçınmak, kişinin eylemi sonucunda kendisine uygulanacak kuralı bilecek olmasını sağlamak ilke ile beraber getirilmek istenen önemli teminatlardır.

Yönetimde demokrasinin başlıca üç unsuru vardır.Bunlardan birincisi idare’nin karar alma mekanizmasının, tıpkı yargı yerlerinde olduğu gibi, önceden belli bir usule bağlanmasıdır.Yönetimde demokrasinin ikinci unsuru bilgi edinme özgürlüğüdür. “Üçüncü ve son unsur ise idarenin karar almak üzere yaptığı toplantıların, isteyenin katılmaya hakkı bulunduğu şeklinde “aleni” yani açık olmasıdır.”[1]

Kanunilik ilkesi, yönetimde demokrasinin başlıca unsurları arasında yer almasa, hatta alt başlıklar içine bile tam olarak oturmasa bile, ilkenin gelişimi bakımından ilk olarak bir anayasa ve siyaset ilkesi olarak doğduğu da göz önüne alınırsa, yönetimde demokrasiden önce geldiği söylenebilir.Bu anlamda, ülkemizde yönetimde demokrasi pek uygulanmasa da kanunilik ilkesinin uygulandığını söylemek yanlış olmayacaktır.Bu nedenle ilkeyi, yönetimde demokrasinin bir ön şartı olarak görmek yerinde olacaktır.

Kanunsuz Suç ve Ceza Olmaz İlkesi

Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi, latince deyimiyle ‘nullum crimen, nulla poena sine lege’ modern ceza hukukunun en saygın ilkelerinden biridir.Modern Ceza Hukukunun dayandığı temel ilkelerden biri olan kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi (kanunilik ilkesi) basit bir sorunla ilgilidir.Suç kanunun öngördüğü bir fiil midir yoksa antisosyal bir fiil midir?[2]Bu sorun ceza hukukunda kesinlik ile adalet gerekleri ve bireysel özgürlüklerin garanti altına alınması ile sosyal savunma istekleri arasındaki ikilemi oluşturmaktadır.Ceza hukuku da uygar bir sosyal hayat için bu iki düzen arasında sürekli bir denge arayışındadır.

İlke, kişi özgürlüğü için gerçekten çok değerli ve önemli bir aşamadır.Değer ve önemi iki yönde kendini gösterir:Suçların ve cezaların önceden belli edilmiş olması, kişi için güvencedir.Özgürlük, kanunların müsaade ettiği her şeyi yapmak hakkıdır.Bu haktan korkusuzca yararlanabilmek için kanunların yasaklarını önceden bilmek gerekir. “Suçların önceden belli edilmesi, özgürlük alanını da belirlemiş olur.Birey (fert) kanunun engellerine çarpmadan davranışını yönlendirebilir.”[3]

İlkenin kişi özgürlüğü açısından taşıdığı ikinci güvence ise suçların ve cezaların kanun koyucu tarafından belirlenmesi ve kanunla açıklanması, keyfi davranışları önler ya da en aza indirger.Her ülkede kanun koyucunun, toplumun ve kişinin iyiliğini düşüneceğine, kişi çıkarları ile toplum çıkarlarını bağdaştırmaya çalışacağına inanılır. “Özellikle kanun koyucu organın seçilmiş halk temsilcilerinden kurulduğu demokrasi ülkelerinde bu inancın izahı kolaydır.Yurttaşların oyları ile seçilen kişilerin, yurttaşların özgürlüklerine özen göstereceklerine, kişinin özgürlükleri ile toplum düzeninin gerekleri arasında adaletli bir denge kuracaklarına inanılabilir.”[4]Bu yüzden suç ve cezaları kanunla belirlemenin yasama organının tekelinde olması, birey için sağlam bir güvence olacaktır.

Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesine bugünün doktrininde verilen anlam şudur: Ceza Hukukunun esası yalnız kanundur.Bu sebeple kıyaslama, hukukun genel prensipleri, örf ve adete ceza hukukunda yer verilemez. Liszt, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesini ‘suçlunun Magna Carta’sı’ diye tarif etmektedir.”[5]

Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinin kıyaslamayı yasaklamış olduğu düşüncesi üzerinde tam bir görüş birliği mevcut değildir.Böyle bir yasaklamanın, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinden daha geniş kapsamlı ilkelerden çıkarılabileceği, fakat yalnızca bu ilke ile böyle bir sonuca varmanın mümkün olmadığı iddiasında bulunanlar vardır.Bu yazarlara göre ilkenin kanunlarda yazılı şekli, kıyaslama yasağına yol açacağı sonucuna ulaşmamızı sağlamaz, kaldı ki kıyaslama esas itibariyle kanun sahasının dışına çıkmak da değildir.

Bu görüşlere rağmen ceza hukukunda, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinin kıyaslamayı yasakladığı hakim görüş olma özelliğini korumaktadır.Yalnız şunu hemen ifade etmek gerekir ki, söz konusu olan kıyaslama bir fiili suç sayan ve ona ceza tayin eden hükümlerle ilgili olan kıyaslamadır.

Kanunilik İlkesinin Uygulanabilmesi İçin Bulunması Gereken Koşullar

“Ceza hukukunun gerek ülkemizde gerek yabancı ülkelerde geçirdiği tarihsel gelişim göz önünde bulundurulduğu takdirde, kanunilik ilkesinin uygulanabilmesi ve bu ilkeden söz edilebilmesi için bazı koşulların oluşması gerektiği anlaşılacaktır.”[6]Toplumun, usulüne uygun ve şekli nitelikteki kanunların himayesine girmediği dönemlerde bu ilkeden söz edilmesi mümkün değildir. Aynı şekilde bir suç karşılığı verilen cezanın toplumu korumak için, toplum adına ve toplum yararına verildiğinin bilinmediği ya da suçtan zarar görenin, meydana gelen zararının giderilmesi için uygulanan bir müessese olduğu dönemlerde kanunilik ilkesinin düşünülebilmesi imkansızdır.

Devlet müessesesinin ortaya çıkması, güçlenmeye başlaması, birey ile devlet arasındaki ilişkilerin yoğunlaşmaya başlaması, devletin toplum düzenini koruma ve kollama amacına yönelik faaliyetlerini artırmaya başlaması ile birlikte bireylerin de bu devlet faaliyetlerinden zarar görmeye başlaması, ilke ile ilgili düşüncelerin doğmasına neden olmuştur.

Hristiyanlıkta kilise hukukunun, hukukumuzda İslami kuralların dini ve toplumsal olayları düzenlediği, din ve devlet işlerinin birbiri içinde yer aldığı dönemlerde de bu ilkenin bilinmemesi şaşırtıcı değildir.

Son olarak bu ilkeden ve bu ilkenin geçerli olabilmesinden bahsetmek için, hakim ve savcıların suç ve ceza karşısındaki yetkileri önemlidir.Hakimlerin, kanunun uygulanmasında bira araç değil, toplumun korunmasın gerektiği biçimde hareket edebilen ve bu sebeple mutlak takdir haklarının bulunduğu bir düzende de kanunilik ilkesinden söz etmek mümkün olmayacaktır. “Böyle bir sistemde, kanunsuz suç ve ceza olmaz kuralı yerine ‘cezasız suç olmaz’ gibi bir kuralın işlerlik kazanacağı açıktır.”[7]

Kanunilik İlkesinin Kabulünün Zorunlu Sonuçları

Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinin kabulü halinde, bunun zorunlu bazı sonuçları da vardır.Bu sonuçları başlıklar halinde saymak gerekirse aşağıdaki maddeler ortaya çıkacaktır.

1- Suç tespit eden ceza normları açık ve seçik biçimde tespit edilmelidir.

2- Örf ve adet hukuku, ceza hukukunda doğrudan doğruya bir kaynak niteliği taşımaz.Yani gelenek hukuku suç ve ceza yaratamaz.

3- Yürütme organı kendisine tanınan yetki içinde suç yaratabilecek, yetkinin çerçevesi içinde kalacak, şekil, amaç dışına çıkamayacaktır.Bu yetki kullanılırken meydana getirilen suçların cezaları şekli bir kanun içinde tespit edilmiş olacaktır

4- Ceza hukukunda örnekseme (kıyas) yolu ile yeni suçlar oluşturulmasına imkan yoktur.

5- Ceza kanunları geçmişe etkili olarak kabul edilemezler, bunun tek istisnası failin yararına olan kanunun geçmişe uygulanmasıdır.

Kanunilik İlkesinin Tarihsel Gelişimi

Genel olarak, aydınlanma döneminde, düşünürlerin kişi onuruna saygılı olunmasın yönelik olarak geliştirdikleri fikirler, ilke ile ilgili faaliyetlerin gerçekleştiği dönem olarak kabul edilebilir.Kimilerine göre ise ilke ilk olarak 1215’te Magna Carta Libertatum’da, hatta bir yazara göre 1188 yılında İspanya’da Don Alfons zamanında ortaya konulmuştur.

“Kurala bugünkü anlamını veren fikri gelişim XVIII. yüzyıldan başlar.Kuralın “açık” bir halde ortaya konuşunu ise insanlık Montesquieu’ye borçludur.Devlet kudreti ile bireyin özgürlüğü arasındaki hududun ancak kanun tarafından çizilebileceği, bireyin kanunun yasaklamadığı her şeyi yapabileceği yolundaki görüşü ile Montesquieu kuralın esasını oluşturan fikri ortaya atmış oluyordu.Üç kuvvetin ayrılığı kuramı kıyaslamayı ve hatta yorumu zorunlu olarak reddediyordu.Çünkü gerek kıyaslama gerek yorum yargıcın, kanun koyucuya ait alana ve sonuç olarak özgürlüğünün güvencesine tecavüz demek olacaktı.”[8](Belirtmek gerekir ki hakimin yetkisini bu ölçüde daraltmanın ve hakimi basit bir araç durumuna getirmen yanlış olduğu çoktan anlaşılmış ve bu düşünce artık terkedilmiştir.Kanunu uygulamak ancak yorumla mümkündür.)

İlkenin Avrupa kıtasına yayılması, Amerika üzerinden gerçekleşmiştir.İlkeyi ilk olarak bir anayasa metni haline getirme şerefi 1776 Maryland anayasasına aittir.Avrupa’da ilk defa bu ilkeye yer veren kanun 1787 tarihli Avusturya 2. Josef Ceza Kanunu’dur.Daha sonra bu ilke 1789 Fransız Devrimi’ni takip eden 26 Ağustos1789 tarihli “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi”nin 7. ve 8. maddelerinde açıklanmış, 1791 ve 1793 Fransız Anayasalarında ve Anayasal bir kurum olarak Avrupa’da kabul edilmeye başlanmıştır.

Bu suretle oluşmaya başlayan kuralı Latince bir cümle ile (nulla poena sine lige, nullum crimen sine lege) adlandıran Feuerbach o zaman kadar daha çok bir siyaset ve anayasa ilkesi halinde savunulan kuralı tamamiyle hukuki bir esas haline getirmiştir.İlke, latince bir ibare ile ifade edilmesine rağmen, kaynağını Roma Hukuku’ndan almamaktadır.Aksine Roma Hukuku’nda ceza kanununun kıyas yoluyla uygulanması mümkündür.

Hukukumuzda İlkenin Gelişimi

Biraz önce açıkladığımız gibi dini esas ve kuralların uygulandığı dönemde ülkemizde suç ve cezada kanunilik ilkesinden söz edilebilmesi imkansızdır.Tanzimat’tan sonra çıkarılmış olan 1876 Anayasası ile 1856 tarihli ceza kanunu üzerinde durmak mümkündür.Ancak bu iki düzenlemede de zaman içinde şer’i hukukun uygulanmasına izin verilerek, bu ilkeden söz edilemeyecek bir durum yaratılmıştır.

Cumhuriyet döneminde kabul edilen kanunlar içinde kanunilik ilkesine ilk defa yer verilmiştir.1924 Anayasasının 68, 1926 tarihli ceza kanununun 1, 1961 Anayasasının 33 ve 1982 Anayasasının 38. maddeleri suç ve cezada kanunilik ilkesini ve bu ilkenin zorunlu sonucu olan ceza kanunlarının geriye yönelik uygulanmayacağı esası ile örnekseme yasağını getirmiştir.5237 sayılı Yeni Türk Ceza Kanunu da 2.maddesinde suçta ve cezada kanunilik ilkesine yer vermiş;

“Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz.

İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz.

Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.” şeklinde bir düzenleme getirerek, hukukumuzda bu ilkenin kabul edildiğini göstermiştir.

Anayasamızın 38. maddesinin 3.fıkrasında ise “Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.” denilmek suretiyle kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi anayasal bir hak olarak güvence altına alınmıştır.

Kanunilik İlkesinin Hakkındaki Görüş ve Düzenlemeler

a) Kanunilik İlkesini Kabul Eden Görüş ve Düzenlemeler

İlkenin lehine ileri sürülen görüşler şu şekilde özetlenebilir; fert ve devlet arasındaki ilişkide, devletin ferde karşı keyfi davranması engellenmek istenmiştir.İlkeye göre fert yaptığı hareketin sonuçlarını bilmelidir.Ancak İlkenin, günümüzde kabul edilen temel gerekçesi kişi hürriyetidir.Diğer görüşlere göre, ilke hukukun güvence fonksiyonunu yerine getirir, ülkede hukukun aynı şekilde uygulanmasını sağlar, kanunlara ve mahkemelere karşı duyulması gereken saygınlığı oluşturur.

İlkenin, günümüzde ülkemiz de dahil olarak üzere neredeyse tüm kara Avrupası ülkelerinde ve Dünya üzerindeki birçok demokratik ülkede uygulandığını söylemek mümkündür.

b) Kanunilik İlkesine Karşı Çıkan Görüş ve Düzenlemeler

İlkenin açıkladığı bu temel esasa rağmen, geçtiğimiz yüzyılda ilke yoğun bir şekilde eleştirilmiştir.Bazı görüşler şu şekildedir:

-Toplumun yararı karşısında ferdin güven ve hürriyeti ikinci derecede önemlidir.Toplumun korunması, ferdin zararına gerçekleşecekse buna imkan tanınmalıdır.Fiil normda gösterilmediği halde toplumun hukuk anlayışına göre suç olarak kabul ediliyorsa cezalandırılmalıdır.

-Toplumda hukuka olan saygınlık hiçbir zaman sarsılmamalıdır ve bu sarsıntının nedeni kanun olmamalıdır.Hukukun uygulanması şekle bağlı olmalıdır ancak bu şekilciliğe dönüştürülmemelidir.

-Kanun daima objektif hukuku belirtmez; yalnız objektif hukukun bazı kalıpları niteliğini taşır.Hakim hükümlerinde kanuna değil hukuka bağlı olmalıdır.Yürürlükte olan kanunların birçoğu kişilerce bilinmemektedir oysa ki hukuk her ferdin bilincinde yaşar.Bu nedenle kanuna değil, hukuka uygun olarak verilen hükümler toplumdaki hukuk anlayışı ile çelişki halinde bulunmaz.

-Ülkede adil ve eşitlikçi bir ceza politikası izlenmek isteniyorsa cezalandırılması gereken bazı fiiller, kanunun kullandığı bazı kelimeler nedeniyle cezasız kalmamalıdır.

-En tedbirli kanun koyucu bile bütün problemleri kanunlaştırabilme olanağına sahip değildir.Hakim adaletin dağıtılmasında aktif görev almalıdır.Hukuk toplumun yaşamını dile getirebilmelidir.Dünün hukuku bugüne, bugünün hukuku yarına göre eskiyecektir.Toplumun gelişmesi karşısında bu durum kaçınılmazdır.Bu yüzden kanunilik ilkesine yer vermek bir hatadır.

Kanunilik ilkesine karşı çıkanlar ortaya çıkabilecek tutarsızlıklar konusunda şu şekilde bir örnek vermektedirler.Kanunilik ilkesi kabul edildiği takdirde; hırsızlık malını kabul eden cezalandırılacaktır, ancak hırsız çaldığı malı satıp karşılığı olan parayı bir kişiye verirse ve bu kişi paranın kaynağını bilmiş olsa dahi, çalıntı malın kabulü suçu oluşmayacaktır.Bu şekilde bir sonuç da kişilerde varolan hukuk duygusunu incitecektir.

Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesine aykırı yasal düzenlemelere gelince; bunlardan ilki 1922 tarihli Sovyet Rusya Federe Cumhuriyeti Ceza Kanunu’dur.Kanun, komünist sistem bakımından hangi fiillerin sisteme zararlı olduğunun baştan tespit edilmesinin mümkün olmaması sebebiyle, kanunilik ilkesini kabul etmemiş, kıyaslamaya imkan tanımıştır.1958 tarihli Ceza Kanunu ile ise hangi fiillerin sisteme zararlı olduğu belirlendiği ve toplum bilincine yerleştiği gözetilerek Sovyetler Birliği’nde kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi yeniden benimsenmiştir.

Benzer bir gelişme Almanya’da yaşanmıştır.Nazi yönetimi 1935 yılında yaptığı değişiklikle kanunilik ilkesini kaldırmış, halkın sağduyusuna göre cezayı hak eden her eylemin cezalandırılabileceği düşüncesini benimsemiştir.1945 yılında yapılan değişikle, kanunilik ilkesi Alman Ceza Kanunu’nda eski yerini almıştır.

“Danimarka’nın bugün de yürürlükte olan 1930 tarihli ceza kanununda benzetme olanağı vardır.Bu kanun 1.maddesinde suçların yasal olması kuralını koyduktan sonra, aynı sırada açıklanmış eyleme tam benzeyen eylemlerin de cezalandırabileceğini bildirmektedir.” [9]

Danimarka da benzetme yolu ile suç yaratma imkanının çok az olduğu yazılmıştır ancak yine de böyle bir imkan vardır.

Yürütme Organının Suç Yaratabilme Yetkisi

Konuya bir giriş yapmadan önce kanun kavramı üzerinde durmak gerekir.Kanun kavramı ceza hukukunda üç anlamda belirtilir.

a – Şekli anlamda kanun

b – Maddi anlamda kanun

c – Devletin birbirleri veya uluslararası yaptıkları anlaşmalar

“Şekli anlamda kanun, tam Ceza Kanunudur.Suç ve karşılığında yaptırımı gösterilmiş olup, her ikisi de yasama organı tarafından tesbit edilmiştir.Maddi anlamda kanunda ise suç tipinin çerçevesi ve yaptırımı şekli anlamda kanunda yer aldığı halde, tipin tesbit edilerek çerçevenin doldurulması yürütme organına bırakılmıştır.Yürütme, kendisine tanınan yetki içinde bir kanunun uygulanmasını, kanunun iradesine uygun olarak bir alanı düzenlemektedir.”[10]

İsviçre hukukunda maddi anlamda kanunun kanunilik ilkesine ters düşmediği kabul edilmektedir.Ancak cezalandırılabilmenin şartlarının açık seçik olmaması ve sınırının belirsizlik göstermesi sebebiyle, böyle bir uygulamanın düşündürücü olduğu da söylenmektedir.Alman hukukunda, kanun kavramı geniş anlamdadır ve maddi kanun da, kanun olarak kabul edilir.Ancak, maddi anlamda kanundan söz etmek için yaptırım, şekli bir kanunda gösterilmiş olacağı gibi, şekli kanun yürütmeye verilen yetkinin ölçüsünü, düzenleme alanının çerçevesini ve içeriğini de sıkı bir biçimde belirler.

Hukukumuzda, yürütmenin düzenleyici işlemleriyle suç yaratıp yaratamayacağı tartışılmış, durumun kanunilik ilkesiyle bağdaşıp bağdaşmadığı sorunu ortaya çıkmıştır.1961 Anayasasının yürürlükte olduğu dönemde Anayasa Mahkemesi, verdiği kararlarında yürütmeye tanınan yetki ile bazı fiilleri suç olarak tespit etmesini Anayasaya ve kanunilik ilkesine aykırı bulmamıştır.

Bu konuda Anayasa Mahkemesi şu görüşlere dayanmıştır; yasama organı yapısı bakımından ağır işlediği ve zamanın gereklerine uygun olarak gereken tedbirleri hızlı bir biçimde alamayacağı için, kanun koyucu esaslı hükümleri tespit ettikten sonra, ayrıntılı düzenlemeleri idareye bırakabilir.Çerçeve kanunu, hükümete yetki verirken, yürütmenin tasarrufta bulunabileceği alan, maksat ve esas amacı hakkında açıklamada bulunmuştur.Bu yüzden yürütmenin teknik ve ekonomik gereklere göre bu boşlukları doldurmuş olması durumunda yetki devrinden söz edilemeyecektir.Ayrıca yürütmenin bütün eylem ve işlemleri yargı mercilerinin denetimi altında olduğundan, bu işlemleri yaparken kanunun belirlediği sınırın dışına çıkılması önlenebilecektir.İdarenin gerek eylemi niteleme, gerekse uygulanacak yaptırımı takdir etme ve saptama konularındaki yetkisinin geniş olmasına dayanarak ceza yaptırımlarındaki kadar katı olmasa da bu ilkenin gerekli olduğu ileri sürülmüştür. Ceza yaptırımlarına göre daha yumuşak şekilde uygulanmalarının nedenleri arasında ceza yaptırımları kadar ağır olmadıklarından hakimin meşgul edilmemesi, yaptırım muhatabının İdareyle ilişkili bir kişi olması sayılmıştır.”[11]

Yürütmenin suç yaratabilme yetkisine karşı çıkan görüşler de olmuştur.Bu konudaki görüşleri ise şu şekilde özetlemek mümkündür; kanunda yürütme organının suç yaratma yetkisi ayrıntılı bir biçimde düzenlenmezse bu yetki devri anlamına gelecektir.Anayasa ve kanundaki ifade karşısında yürütme organının düzenleyici işlemlerle suç yaratamayacağı açık bir şekilde belirlenmiştir. “Yürütme organına süratli kararlar alabilme yetkisinin verilmesi zorunluluğu, yasama yetkisinin devredilemeyeceği ve suçların kanuniliği hakkındaki Anayasa prensiplerinin ihlalini haklı göstermez.Bu zorunluluğu Anayasa prensipleriyle telif etmek çarelerini bulmak yasama organının görevidir.”[12]

İdari yaptırım ile ceza yaptırımı arasındaki

Ülkemizde idarenin düzenleyici işlemleriyle suç yaratabileceği, yukarıda açıkladığımız nedenlerle kabul edilmiştir.Anayasa ve Yeni TCK’daki düzenlemeler her ne kadar sıkı bir biçimde kanunilik ilkesini işaret etse de gerek ceza kanunumuzda gerek diğer bazı özel kanunlarda yürütmeye suç yaratma yetkisi verilmiştir.[13]


KAYNAKÇA

EREM, Faruk: Ümanist Doktrin Açısından Türk Ceza Hukuku, Ankara 1971

EREM, Faruk-DANIŞMAN, Ahmet-ARTUK, Mehmet Emin: Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara 1997

OĞURLU, Yücel: İdari Yaptırımlara Genel Bir Bakış ve İdari Yaptırım-Ceza Yaptırımı Ayrımı

ÖNDER, Ayhan: Ceza Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1991

ÖZAY, İl han: Günışığında Yönetim, İstanbul 2002

ÖZGENÇ, İzzet: Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, Ankara 2005

TOROSLU, Nevzat: Ceza Hukuku, Ankara 2001

YÜCE, Turhan Tufan: Ceza Hukuku Dersleri, Manisa 1982



[1] Özay, s.5

[2] Toroslu, s.13

[3] Yüce, s.54

[4] Yüce, s.55

[5] Erem, s.73

[6] Önder, s.106

[7] Önder, s.106

[8] Erem-Danışman-Artuk, s.94

[9] Yüce, s.59

[10] Önder, s.118

[11] Oğurlu

[12] Önder, s.123

[13] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. ÖZGENÇ, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, s.67 vd.

No comments: